14 Nisan 2015 Salı

Kültür Mekânı Olarak Kent
Ahmet Ada

            Sanat, hayat ve popüler kültür bağlamında popüler kültür mekânı olarak kent olgusunu irdelemek gerekiyor. Kentin küresel kapitalist dönemdeki değişimini yaşıyoruz. Endüstriyel uygarlığın verili kültürünün insanı kuşattığı bir dönemden geçiyoruz. AVM’ler, Forum’lar, kafeler popüler kültürün, tüketim kültürünün mekânları olarak hayatımızda  yer alıyor. Her şeyin verili olduğu bir çemberin içindeyiz. Çemberin dışında kalanlara, verili dili, sanatı, müziği reddedenlere aylak, serseri gözüyle bakılıyor. Kentin, bir imgeler toplamı olarak sunduğu giyim-kuşam mağazaları tüketime yöneliktir. Eğlence mekânları genç kuşağı zihinsel olarak da kuşatıyor. Niteliğe değil, niceliğe öncelik veren tüketim düzeneği göz boyacı. Ve yeni sömürü alanlarıdır.
            Mersin’deki kentsel gelişimi de toplumbilimsel travmalar ile kültürel dönüşümlerden okumak olasıdır. Küresel kapitalizm ve endüstriyel uygarlık açısından kentteki gelişimi semtler örneğinden yola çıkarak açıklamak olasıdır. Hangi semt küresel kapitalizmin ve endüstriyel uygarlığın ürünlerini taşıyorsa, orası kentin merkezi oluyor. Mersin için, önceleri, Cumhuriyet alanı ile Muğdat çevresi merkez olarak anılırken, yukarıda belirttiğim gelişmeler nedeniyle bugün merkez Forum’dur.
            Şu anda, içinde yaşadığımız zaman ve mekânın bize sunduğu şeyleri tüketiyoruz. Tüketim toplumu bize karar verme olanağı tanımıyor. Gereksinimiz olmadığı halde tüketmeye yönlendiriliyoruz. Ülkemizin kültür endüstrisi de öyle çalışıyor. Çoksatar romanlar örneğinde olduğu gibi. Estetik değer önemli değil, ölçü çoksatar olmasıdır. Piyasa toplumunun insani olmadığını has sanatçı biliyor ve uzak duruyor bu ortamdan. Bize hale gibi sunulan büyünün dışında düşünebilmek çok önemli görünüyor. Bu ortamdan çıkabilmek için düşünebilmek ve karar vermek zorundayız. Bu da dizgeyle araya mesafe koymakla başlıyor. Aylaklık, çizgi dışı olmak – tüketim mekânlarının büyüsünden kurtulmak için zorunlu yönelimler olarak görülüyor.
            Modernliğin ya da küresel kapitalist dönemdeki kentin ideoloji ürettiği biliniyor. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz ortamın ideolojik yapılanmalar ürettiği de… Kent yaşantısının ideolojik yapılanmasının kaynağı olduğu da biliniyor. Bireyin, birey olma, kendi olma olgusu da bu yapılanmanın dışına çıkmasıyla olasıdır. Kentin birey üzerindeki etkisi günümüz romanlarında belirgindir. Kenti görüntüler, imgeler toplamı olarak düşünürsek, onun çözümlenmesi yapı-söküme almakla mümkün olur. Kent, bir imgeler ormanıdır. Sıra sıra turunç ağaçlarına bakmadan geçiyoruz. Deniz yokmuş gibi davranıyoruz. Cadde ve sokaklardan insanlara bakmadan yürüyoruz. Celâl Soycan bu durumu Levinas’a gönderme yaparak, “İnsan yüzlerinin silinmesi” olarak niteliyor.
            Bütün bunlara karşın, anti-kapitalist gelişmeler de, düşünce dizgeleri de almaşık olarak gelişiyor. Mersin’de, Gezi olaylarını protesto eylemlerinin Forum çevresinde yapılışı da bu kültürel gelişmelerle bağlantılıdır. Küresel kapitalist ekonominin gelişimine koşut olarak kentin toplantı mekânları değişiyor. Küresel kapitalizmin ekonomisi AVM’ler, Forum’lar, iş merkezleri, bankalar çevresinde dönüyor. Bu döngünün genç kuşakları etkilediği açık; buna karşın almaşık olabilecek düşünsel bir hale de gelişiyor. Yeni protesto yöntemleri de… Almaşık sanat olanakları tartışılıyor. Karikatür, resim, müzik, sinema, gösteri, tiyatro, duvar yazısı yeni biçimler içinde sunulabiliyor. Birlik ve dayanışma duygusu gelişiyor – Gezi olaylarında buna tanık olduk. Kapitalizm öncesi bir zihinselliği benimseyenler de var: Cemaatçilik. Bunu aşıp küresel kapitalizmin parçaladığı insani ilişkileri başka türlü kurma çabaları sonuç veriyor. İnsani olan her şeye sahip çıkarak demokrasi kültürünü de onarıyorlar.




13 Nisan 2015 Pazartesi

Şair Kapıları
Ahmet Ada

            Adil Okay, çeşitli kentlerde sergilediği “Şair Kapıları” sergisini kitaplaştırdı. (Ütopya Yayınevi, Nisan 2015). Böylece, fotoğraf ve şiir buluşmasının estetiksel zenginliği kalıcı ve görünür kılındı. Fotoğraflar, Asya’nın, Afrika’nın, Avrupa’nın, Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerinin kentlerinde, kavimler kapısı olan Anadolu’nun kadim uygarlıkları barındıran kentlerinde, Flistin’de, Mısır’da, Antakya’da, istasyonlarda, garlarda, bir kültürün nesneleri olarak fotoğraf karesine dönüşerek belgesel bir nitelik kazandı. Kentlerin tarihsel belleği olarak “Şair Kapıları” kitabında yer aldı.
            Kapılar, yoğun emeği, alın terini, tarihi çağrıştırır. Kapıların şiirle buluşması ise metaforik bir düzlemde buluşmadır. Bazı şairler, önündeki fotoğrafın imgeleminde yarattığı uyarılarla, bazıları da kapı imgesinin zenginliğiyle şiir üretmişler. Kimileri birkaç dizeyle, kimileri ise bir ‘yapı’ bütünlüğüyle yer alıyor kitapta. Şiirlerde, imgenin uçsuz bucaksız derinliği okunabiliyor. Şairlerin, istek ve arzuları da okunabiliyor: “mor sümbüllü kapı önü istiyorum /  leylaklardan labirent, / kucak dolusu karanfil, / vazoda mimoza istiyorum” diyor Yaprak Öz. Turgay Fişekçi, “bütün yaz kapılarda durdu ayakkabılarım / gölgen üzerimde döndü durdu bütün yaz” derken aşkı dolayımlı olarak ifade ediyor. Kenan Yücel, “kör bir kapıdan geçiyor gölgem / bakıyor sonsuzluğuna yaşamın” diyor. Kenan Yücel de kapı imgesiyle, geriye dönüp çocukluğuna bakma olanağı buluyor. Gökçenur Ç. İse, “seninle kapı ve kapının altından atılan not gibiyiz” diyor.
Şairlerin, fotoğrafın çağırdığı imgelerle şiir üretmesi şaşırtıcı zenginliktedir: “içindeyim imgesi büyük denizin / kapıları var çift kanatlı / açılıyor dara düşen insana / ışıklı imecesi”. İnsanın geleceğini özgürlüğe açılan kapı imgesiyle aktaran şairin dizelerinde dünya görüşü de ütopyası da okunabiliyor.

            “Şair Kapıları”ndaki şiirlerde, fotoğrafla bire bir örtüşme aramak boşunadır. Şair, doğal olarak, kapının onda uyandırdığı imgeyi sözcüklerle kuruyor. Fotoğraf, vizör, göz ve nesne arasındaki ilişkiden ortaya çıkıyor. Mekân ve zamanın bir ânı kareye alınıyor. Her iki sanatsal alanın oluş ve yapılandırılışı çok farklı. Şair, fotoğrafın onda esinlediği, onda gördüğü şeyleri sözcelendiriyor. İmgelere dönüştürerek ses ve anlam olarak yeniden üretiyor. Fotoğraf ise ifşadır. Susan Sontag fotoğrafın modern bir ifşa olduğunu yazmıştı. Dil nasıl yalanı da doğruyu da taşıyabiliyorsa, fotoğraf da öyledir. Şu söylenebilir: Zaman ve mekân içindeki geçici ve uçucu görüntülerin bir ânda yakalanması, dondurulması. O ânın biricikliği bir daha yakalanamaz. Şiirle karşılaştırıldığında, şiir sözcüklerin, sözcelerin, şiir tümcelerinin, imgenin çağırdığı görüntülerin, durumların, anlamlandırılmasının, kişilerin algılarına göre değişen, ses ve anlam olarak örgütlenen bir yapıdır. Fotoğrafla şiir arasındaki farklılıklara karşın, Adil Okay’ın “Şair Kapıları” kitabında buluşmaları tesadüf değildir. Kurgu ve görüntü olarak ortak noktada buluşuyorlar. Fotoğrafik kurgu ile sözcükler arası ilişkiden doğan görüntü farklı malzemelerle oluşsa da,  ikisi de bir şeyi anlamlandırmaya ya da ifşa etmeye yöneliktir. Bazen bir fotoğraf insanın belleğinin almayacağı bir vahşeti açığa çıkarır ve ifşa eder. Şiir ise “başkalarının acısını” dile getirir. Adil Okay’ın “Şair Kapıları” kitabı, görsellik ve duyarlık bakımından iç içe geçerek kaynaşan, bu kaynayıştan doğan şiir ve fotoğraf birlikteliğinin hazzını yaşatıyor.

Ehmedê Xanî


köpekler uyuklayan rüzgârı uyandırdı.  çocuklar  köyün
meydanına  koştular, çeşmenin etrafında buluştular.
Yazması  rüzgârda uçan bir kadın meydanı geçti. bir kuş
çitin üzerinden uçacağı yere baktı. Ehmedê Xanî evinden
çıktı, bozulmamış Kürtçesiyle çocuklara seslendi: ‘sessiz
olun, geyikler inmeyebilir dağlardan. size Mem û Zin’i anlatayım.’
sesinde varoluşun sadeliği vardı, parıltılı, inanılmaz.

kirpikleri upuzun bir çocuktum çayırlarla büyüyen. öykünün
hep ötesini merak ettim. köpeklerin uyandırdığı rüzgârla
koştum. samanyolunun yanında uyandım, yıldızları saydım
toprak damda. köpekler hep havladı heceleyerek taşları.

Ehmedê Xanî, baktım, büyülü sözcüklerle konuşuyordu.
Elmanın sesiydi sesi ve genişti. sanki duyulmayanı dinledikçe
ilkyaza giriyorduk. doğunun da doğusunda çocuklardık,
nehirle, kuşla, ağaçla yürüyen. Kürtçenin parıltılı iziydik,
denize indik.

keder damladı her sözcüğümüzden


Ahmet Ada



Helbestkar, nivîskar Ahmet Ada, di 20’ê Gulana 1947’an de li Ceyhana Adanayê hatiye dinê. Piştî ku di şîrketeke taybet a karê wê li ser otomobîlan de xebitiye, ji wê derê teqawît bûye (1989-93). Endamê TYS (Sendîkaya Nivîskarên Tirkiye)’yê ye. Di sala 2002’yan de li Mersinê bi cih bûye. Helbesta wî ya pêşîn a bi navê “Tabuttur Kitaplar (Tabût in Pirtûk)” û nivîsa wî ya pêşîn a bi navê “Hilmi’nin Çocukluğu (Zarokiya Hilmi)” ku li ser helbesta Hilmi Yavuz weke cerebeyî bû, di kovara Soyut’ê de weşiyane. Helbest û nivîsên wî di kovar û rojnameyên bi navê Yeni Dergi, Papirüs, Varlık, Gösteri, Adam Sanat, Milliyet Sanat, Islık, Yaratım, Kitap-lık, Le poete travaille, Yom, Heves, Şiir-lik, Eski, Agora, Ünlem, Dize, Ada, Geceyazısı, Sonsuzluk ve Bir Gün, Şiirden, Üvercinka, Hayal, Lacivert, Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Aydınlık Kitap de hatine weşandin. Hin helbestên wî li zimanên Almanî, Fransî, Îngilîzî, Bûlgarî û Kurdî hatine wergerandin.
Ada weke nûnerekî girîng ê helbesta salên 1980’yi hate naskirin. Her çiqasî helbestên wî ji hewzê “İkinci Yeni”yê peya xwe wergirtibin jî, wî helbesteke coşdar a xweser afirandiye. Ji teref rexnegiran weke helbestkarekî rasteqînber, dastanger, coşdar, huzunbaz û xwediyê helbestên tenikgiyanî hate pejirandin. Bi helbestên xwe yên serdema dawî re ligel teşeya helbesta nûjen û kûrahiya felsefî ya sêwirîna cîhana nûjen kete serdemeke nû. Di helbestên xwe yên taybetiyên dirêj û xwedî xusûsiyetên epîkî de li hêmanên koçberiyê û şer bi dûrbîneke humanîst nihêriye û arasteyî helbesteke pirdengî bûye. Veguherîna helbesta xwe bi nivîsên poetîkî veçirand. Di avakirina têgîn û rêmanên helbestê de hewlên nivîskî dan. Pirtûka wî ya bi navê “Şiir Okuma Durakları (Westgehên Xwendinê yên Helbestê)” (2004) weke pirtûkeke destnivîsî ya der barê helbestê de hate nirxandin. Di sala 2006’an de, Li Zanîngeha Çukurovayê bi navê “Di 40. Saliya Hunerî ya Ahmet Ada de Helbesta Wî” sempozyûmek pirhêlî hate lidarxistin. Di sala 2008’an de, Zanîngeha Mersinê Fakulteya Ragihandinê Beşa Radyo, Sînema û Televizyonê  bi navê “Du Helbestkar û Bajarek” belgefîlmek çêkirin û weke DVD weşandin. Di sala 2009’an  21’ê Adarê Roja Helbesta Cîhanê li Mersînê ji bo 43. Sala Hunerê helbesta Ahmet Ada hate pîrozkirin û danezana helbestê ya Ahmet Ada ya bi navê “Göründü Göğün Faytonu (Xuya bû Faytona Ezmên)” hate xwendin.
Berhema Ahmet Ada ya bi navê “Niko û Margarita” li ser nirxên hunera cîhanî  ji helbestan pêk tê. Lêkolîna wî ya bi navê “Ji Bo Wan Çavdêriyên Li Ser Strana Mînîbusê” xelata Lêkolîna Helbestê ya kovara 1999 E’yê wergirt.
Berhemên Wî:
Helbest: Gün Doğsun Gül Üstüne, 1980, (1981, Xelata Serkeftinê Ya Helbestê Ya Akademi Kitabevi wergirt.); Acıyla Akran, 1983; Yaz Kırlangıcı Olsam, 1985; Yitik Anka, (çapa her sê pirtûkan bi hev re) 1993; Aşk Her Yerde, 1990, (1991, Xelata Helbestê ya Ceyhun Atuf Kansu); Vakit Yok Hüzünlenmeye, 1992, (1993, Xelata Helbestê Ya Yunus Nadi); Günyenisi Lirikler, 1992; Taş Plak Gazelleri, 1995; Küçük Bir Anmalık, 1996; Begonyalı Pencere, 1998; Denize Atılan Çiçek, 1999; Gökyüzünün Fıskiyesi, 2003; Denizin Uykusu Üstümde, 2004; Kantolar, 2006; Yeni Kantolar 2007; Sonsuz At (Helbestên Bijarte), 2009; Sözcükler Denizi, 2009; Taşa Bağlarım Zamanı, 2009; Paçalı Bulut, 2010; Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi, 2010, (2011, Xelata Cemal Süreya Ya Helbestê); Uçurum Otu, 2012; Çiçek Kokan Ağzı, 2013; Taşın Sesi, 2014; Yağmur Başlamadan Eve Dönelim, 2015; Derin Göller Kalbindir, 2015
Poetika : Şiir Okuma Durakları, 2004; Şiir İçin Boş Levhalar, 2006; Modern Şiir Üzerine Yazılar 2008; Şiir Dersleri, 2011, Şiir Yazıları 2014; Bir Dil, Bir Hayat ve Şiir, 2015; Şiir Eleştirileri,










Ehmedê Xanî


segan bayê ku dihênijî, hişyar kir. zarok reviyan
meydana gund, li dora kaniyê civiyan.
jineke ku çarika wê bi ber bayê ket, meydan derbas kir. çûkekê
ji ser sêncê li cihê ku wê bifirê, nihêrî. Ehmedê Xanî ji mala xwe
derket, bi kurdiya xwe ya resen bang zarokan kir: ‘bêdeng bin,
dibe ku ask ji çiyayan danekevin. ez ê ji we re behsa Mem û Zînê bikim.’
di dengê wî de sanahiya bûneweriyê hebû, birbisokî, ji baweriyê der.

zarokek bûm ku mijangên wî dipdirêj. min tim wêdetirê çîrokê
miraq kir. bi bayê ku segan ew ji xew rakirî re beziyam.
li nik kadizê hişyar bûm, min stêrk jimartin li serbanê axî.
seg hey reyan bi vekîtandina keviran.

Ehmedê Xanî, min dît ku bi peyvên efsûnî dipeyive.
dengê sêvê bû û berfireh bû. heçko bi guhdarîkirina yê nebihîstî re
em diketin havîna pêşîn. em zarokên li rojhilatê rojhilêt bûn,
yên bi çem, çûk, darê re dimeşiyan. em şopa birqdar a kurdî bûn,
daketin deryayê.

êş niqutî ji her peyva me.

Ahmet Ada

Ji Tirkî Wergêr (Türkçe’den Çeviren): Yaqob Tilermenî