26 Haziran 2009 Cuma

Şiir Dersleri I

1) “Şair, esinlenenden çok, esinleyen kişidir” diyor Eluard. Bu ne demektir? a) Şair, şiir ortamını etkiler, esinler, etki dağıtır. b) Şair, okuru etkiler. Ümit, özgürlük, adalet, eşitlik, barış, kardeşlik esinler.

2) Denilebilirse, şiir de bir bilme biçimidir. Sezgiyle, olgular ve nesnelerle, gerçeklikle hakikati anlamlandırma yolu. Öte yandan estetiksel bir yapı oluşundan dolayı bize haz veren büyülü bir ses ve anlamla örülü bir dizgedir. Bize görülmeyeni gösteren, hayal gücümüzü hareket ettiren, bitkilerle, hayvanlarla yaşadığımızı ve doğanın bir parçası olduğumuzu anımsatan, uzak çağrışımlarla zenginleşen bir olgudur şiir.

3) Şiir, dilsel bir keşiftir. Evrenin bütün seslerine, renklerine, kokularına açıktır. Şiirin dili, yalnız içinde üretildiği ulusun değil, tüm insanlığın dilidir.

4) Klee’nin “görünmezin görünür kılınması” sözü, modern şiir için de geçerlidir. Şiir, görünmezi görünür kılar. Bu ne demektir? Herkesin gördüğünü farklı biçimde görmektir. Görmek, evet, oradan başlar şiir. Ne ki, yaratıcı imgelem sürecinde gözün gördüğü dönüşüme uğrar. Dil, sözcükler dönüşümün temel malzemesidir. Dil, sözcükler ve yaratıcı imgelem görüneni farklı kılar. Yazınsal imge, evet, dilin kurduğu yazınsal imge, dış gerçeğe ya da gözün gördüğüne uymaz, kendi görünenini kurar. Elbette sözdiziminin söyleme yüklediği anlamlandırma, sözcük ilintilerinin sürekli bozup kurduğu anlamlandırmadır. Çağdaş şiir, bu noktada sözcüğe çoğalan anlamlar yükler, sözcüğün ifade ettiği anlamla yetinmez. Yeni olan gözün gördüğü değil, imgelemin, dilin imgelerine yüklediği şeyin görünür kıldığıdır. Klee’nin “görünmezin görünür kılınması” dediği şey, çağdaş şiirde, göz, imgelem, dilsel imge (yazınsal imge) sıralamasıyla açığa çıkan şeydir. Çağdaş şiir düşünüldüğünde, bu işleyiş yoğun ve karmaşık süreçlerin sonucudur.

5) Çağdaş şiiri, insanın bütün ilişkileriyle birlikte düşünmek gerekir. Sözcük, sözcük ilintileri ve sözce ilişkilerine bitişen ‘imge düzeneği’nin gerisinde öznenin toplumsal ilişkileri, deneyimleri, dünya ve hayat algısı, yeryüzü algısı, yaşantısı vardır. Bunların yanı sıra şiir, varlığı, varoluşu, tinselliği anlama ve anlamlandırmada öncü konumunu sürdürür. Onu, salt haz veren bir olgu olarak görmek yanıltıcı olur.

6) Çağdaş şiirin estetiği kendinde bir şeydir. Okur olsun, şairi olsun, şiirin estetiğine kendi donanımları içinden bakarlar. Çağdaş şiirin güzellik etkisi kendine içkindir, ama dışa taşıdığı bu etki okurun estetiksel donanımına bağlı olarak değişkendir. Şiir de bir bilme yolu olduğundan, kimi onun güzelliğiyle ilgiliyken, kimi de hakikati verip vermediğiyle ilgilidir. Çağdaş şiir Varlık’ın Hakikati’ni açığa çıkaran, sözcüklerin sessel ve anlamsal olarak örgütlendiği estetiksel bir yapıdır.

7) Çağdaş şiirin yatay yapısından okuduğumuz sözdizimidir; sözdizimi kırılmalarıyla dikey bir eksen oluşturan şiir, anlamın açığa çıkarılmasını dikey yapıda sağlar. Şiirin yatay ve dikey örgütlenişi bir birlik oluşturur. Bu birlik oluşmadığında şiir sözsel olarak tüketilir. Derin yapı + yüzey yapı birliği de oluşmadığından sessel anlamsal geçişler gerçekleşmez. Bu tür şiirler başarısız şiirlerdir.

8) Aslında, şiirin yatay ve dikey olarak örgütlenişi semiyotik birliğe yöneliktir ya da öyle olmak zorundadır. Bütün şiirsel imler semiyotik birliğe yönelik olarak konumlanır. Şiirin semiyotik birliği gerçekleşmezse şiir başarısız olur: Matris sezilemez, görülemez. Şiirsel metne dönük yatay ve dikey örgütlenişin derininde metne dönüşen bir sözcük ya da tümce vardır. Bu sözcük ya da tümce, Riffaterre’e göre, şiirin matrisidir. Çoğu zaman şiir o matris için yazılır.

9) “Esini reddediyoruz, onun yerine ‘çalışma’yı koyuyoruz, ki doğrudur. Böylece ‘tanrısal iş’ ve romantiklik ortadan kalkıyor. Onun yerine beynin bir konu üzerinde yoğunlaşması alıyor.” diyor Melih Cevdet Anday. Esini metafizik konumdan çıkaran bir poetika bu. Doğrudur. Ne ki, şairi şiir yazmaya iten şeyler vardır; Maurice Merleau-Ponty’nin sözleriyle (o başka bir bağlamda söylüyor) ,“Onlar dışın içi ve için dışıdırlar.” Başka bir deyişle zihinsellik, imgelem, bellek, şiire çalışmanın yaratıcı yataklarıdır. İç’in dile, dolayısıyla sözcüğe, sözceye, sözdizimine dönüşmenin adıdır esin. Şiire malzeme oluşturan, oradan bir konu üzerinde yoğunlaşmasını sağlayan şey ya da şeyler (bilinçdışı yapılanmalar, yaşantı ve bilinç içerikleri, çocukluk, psişik süreçler, dünya ve yeryüzü temasları, şiir ontolojisi, dönem şiiri, şiir bilgisi vb.) şairin çevreninin içindedir ve yaratıcı imgelemden dile, imgeye dönüşürler. Esin dışın içi ve için dışıdır, düşler, yaşantı ve bilinç içeriğidir. Şairin şiir yazmasını tetikleyen dışsal ve içsel çevreninin ortaya koyduğu sorunsallardır. Dilsel çevren de öteki şiirler de tartışılmaz etkenlerdir şiirin yazılmasında.

10) Felsefenin Düalizm diye tanımladığı özne-nesne, varlık-bilgi vb. kutupsallıkların bölünmüşlüğü işaretlediğinin farkında olmalıdır şair. Şiiriyle düalizmin dışında kalmayı bilmelidir. Ağacı gören şair, ağacın da şairi gördüğünü düşünebilmelidir. Cezanne gibi “ben doğanın bilinciyim” diyebilmelidir. Doğayı içerden yaşaması ya da özne nesne birliğini gerçekleştirmesi gerekir. Doğayı, özne-nesne birliğini aşan bir konuma yerleştirmek modern şairin amacıdır.

11) Dünya şiirinin iki gövde üzerinde durduğunu söyleyebilirim: 1) Dış mekân şiiri. 2) İç mekân şiiri. Birincisi dış dünyayı, yeryüzünü, bitkileri, hayvanları, şairin dokunduğu nesneleri, dünyanın tınılarını, kalabalıkları, patırtıları somut olarak şiire taşır. İkincisi, yani iç mekân şiiri ise iç evren şiiridir. Zihinsel, imgelemsel yönüyle ortaya çıkar ve yazınsal imgelerle ifade olanağı bulur. Deneyimlediği yaşantı içeriğini imgelemin söylemiyle, imgeler göndermeler hâlinde dile getirir. İlkine Nâzım Hikmet’in şiirini, ikincisine ise R.M.Rilke’nin şiirini örnek gösterebilirim. Arakesitte ise hem onu, hem de ötekini işleyen şairler var ki bence dünya şiirinin eşsiz metinlerini yazmışlardır. Eliot’ın ‘Çorak Ülkesi’ gibi. Belirtmek gerekir: İç mekân şiirleri, yazıldıkları döneme özgü ‘iç gözlem’i de içerirler; giderek dönemlerinin tinselliğiyle ilgilidirler. ‘Çorak Ülke’ şiiri bunun tipik bir örneğidir ve o iç sesi, müziği, döneminin tinselliğini duyarız. Öznelerinin yaşantı farklılığı da monolojik söylemle açığa çıkar. Dış ve iç mekân içinde yüzen nesnelerin, şaire baktığını görür gibi oluruz.

Akatalpa, Temmuz 2009 – Sayı : 115

21 Haziran 2009 Pazar

GÖÇÜM OL EY ÖLÜM


Emzirdim yeryüzü ağrılarımı
Taşları, arzuyla parlayan yıldızları.
Böcekler, atlar, yol arkadaşlarım,
Sesim titriyor her taşın içinde
Muştular olsun göç yakın

Göçüm ol ey ölüm.
Bir ırmağın yüzyılı oldum ben,
Dolan bir bardak, yağmur
Ağlayan bir çocuğun kirpiklerinde
Gökler boyunca uzayan

Suların kuşların yaprakların bolluğu
Oldum ben ey ölüm
Kanıma karıştı deniz ağaçları
Kök oldum dünya toprağına
Beni konuştu parçalanmış ağız
Arı, karınca, kaplumbağa

Kuşların bulutların hışırtısı oldum
Ey ölüm, muştular olsun ölünce,
Bir sokağın ucundan bakacağım
Denize


AHMET ADA

(Kitap-lık dergisi, Haziran 2009, Sayı:128)

16 Haziran 2009 Salı

Değişmeler Denizi Almancaya çevrildi.

DEĞİŞMELER DENİZİ


Başka türlü çiçek açıyor deniz
Bulmuş kendince bir yol
Taşı yontuyor koynunda
Gökyüzünü billura çeviriyor
Orman oluyor soluğu

Bu yaz başka türlü esiyor rüzgâr
Kanat takmış sonsuzluğun göğüne
Ne yana baksam köpük içinde
Kalıyorum omuzlarım kara ağaç

Denizin eşiğine oturuyorum
Demek ki yalnızlığın eşiğine
Elimi uzatsam varlığımın hiçliği
Çok eski bir boşluğu dolduruyor

İçim dışım kumun zamanı
Vakti sormuyor kuşlar

Ahmet Ada, Taşa Bağlarım Zamanı, 2009.


Das Meer der Veränderungen

Auf eine andere Art blüht das Meer
Es glaubt, einen Weg gefunden zu haben
An seiner Brust schleift es den Stein
Den Himmel verwandelt es in Kristall
Zu einem Wald wird sein Atem

Auf eine andere Art weht diesen Sommer der Wind
Flügel heftete er an der Unendlichkeit Himmel
Wohin ich auch schaue, in Schaum eingetaucht
Stehe ich, eine Ulme sind meine Schultern

Ich setze mich auf die Schwelle des Meeres nieder
Also auch auf die Schwelle der Einsamkeit
Wenn ich meine Hand ausstrecke, füllt das Nichts
Meines Seins eine sehr alte Leere aus

Des Sandes Stunden sind mein Inneres wie mein Äußeres
Um die Zeit scheren sich die Vögel nicht

Çeviri: Danyal Nacarlı

15 Haziran 2009 Pazartesi

Yedinci Zaman

YEDİNCİ ZAMAN


Kente doğru yavaş yavaş yürüdüğümde
Caddelerde bulvarlarda geyikler görüyorum
Acısına kapanmış insanlar oluyor
Kılıçla kapanmış yolları
Her köşe başında kurtlar oluyor

Eski dillerin konuşulduğu kentte
Akıp gidiyor bugünden geleceğe
Kollar bacaklar ölü gözler
Hüzünlü kadınların söylediği ağıtlar
Denize ulaşıyor, takılıveriyor
Belleğimin saçaklarına
Dilin sancağı ağıtlar

Yalnızlık sürüyor atını üzerime.
Ah, şimdi denizde olsam
Karşılar beni aydınlığın balıkları.
Burada yırtılmış insan yüzleri
Zamanın tefeciliğiyle, açgözlü
Parayla

Kente doğru yavaş yavaş yürüdüğümde
Yalnızlık sürüyor atını üzerime
Neyse ki geyikler var her köşe başında
Kulak veriyorum sessizliklerine
Kimseler görmüyor
Ölümcül Pars’tan başka

Denizin yontuları bana bakıyor
Ben çocukluğumun imgesini arıyorum
Geçmişimi geleceğimi bir düzlemde
Buluşturan bir taş, bir eşya,
Gök gürültüsü, şimşekten bir kılıç,
Yeni ölen bir yüz nice acılar çekmiş.
Unutuşa çekiyorum kılıcı.

AHMET ADA

13 Haziran 2009 Cumartesi

7 Haziran 2009 Pazar

THE ODE OF PALE SISTERS

THE ODE OF PALE SISTERS

The rose voice frazzles in old gramophones, summer comes
May be not summer, from the sky of birds my sister comes

She grows rose at a flowerless balcony
Her body is a faded river, by watering desperateness she comes

A big hat on my mother’s head, is from Crete
We had come… by watering love songs, my sister comes

Her shadow is a pale ballad
A rogue moon rises, by watering front of doors, it comes

I had put records here, sister, now it is winter,
If some day they are played on radios, the time in the earth comes

Ahmet Ada
İngilizceye Çeviren: Ruşen Ergün




SOLGUN ABLALAR GAZELİ


Eski gramofonlarda gül sesi eskir yaz gelir
Belki yaz değil kuşlar göğünden ablam gelir

Ablam gül yetiştirir çiçeksiz balkonda
Solgun bir nehirdir gövdesi, umutsuzluğu sular gelir

Annemin başında kocaman bir şapka, Girit’ten
Gelmişiz biz, ablam sevda şarkıları sular gelir

Solgun bir halk şarkısıdır ablamın gövdesi
Külhan bir ay çıkar, kapı önlerini sular gelir

Ben şuraya koymuştum plakları, şimdi kış abla,
Bir gün çalınır radyolarda dünya içre zaman gelir.

Ahmet Ada
(Taş Plak Gazelleri’nden)

6 Haziran 2009 Cumartesi

BUGÜN*

Deniz dedim o büyük yanılgı
Bir çocuğun yüzündeki uyuyan su
Otun ağacın kavkının köklerine
Bir dolu yürüyen gün boyu

Rüzgârın fırıldağı oldum bugün
Ne zor şey kendinde biri olmak
Bir testi oldum bugün
İçimde güneşli ikindi

Yağmurun fırıldağı oldum bugün
Bir kaleme bir kâğıda döndüm
Kuyunun çevresindeki salyangoz izine
Yavaş yavaş derine indim

Deniz dedim o büyük sözdizimi
O büyük sözlük derine indirdi ruhumu
Konuşsam sesim yosun salkımı
Yürüsem yanım sıra yürür Pars


AHMET ADA

*Taşa Bağlarım Zamanı kitabından.
(Metis Yayınları, Mayıs 2009, s.9)
Ahmet Ada’nın “Bugün” şiiri üzerine deneme:

DENİZ: BENLİĞİMİZİN ÖRTÜSÜ

“Bugün” şiiri, şairin günün durgun bir anında kendisiyle baş başa kaldığı bir zamanda yaptığı bir iç hesaplaşmayı konu alır. Şiirde doğa ile insanın iç dünyası arasında ilişkiler kurulmakta, doğadaki baskın yanlarla insanlardaki zayıf yanlar karşılaştırılmaktadır.
Deniz, derindir ve bulanıktır. Bu özelliği ile birçok şeyi içinde saklar, bu gizi dışarıdan bakan biri asla ayırt edemez ama bunca bilinmezliğe rağmen tehlikeli değildir deniz. “Bir çocuğun yüzündeki uyuyan su” gibi berrak ve masumdur. Kimse ondan kötülük beklemez, bu yüzden iyi beklentiler içinde olanlar için “yanılgı” ile doludur.
Zaman zaman herkes kendi içine dönmek ister. Şairin bahsettiği “ağacın köklerine dönmek” aslında budur: Tüm dış etkenleri yok sayıp cevabı kendi içinde aramak. Gün boyunca çoğu kişi kendi köklerine doğru yürür, beslendiği değerlere döner ve bir süre sonra onlarla güçlenip başka engellerle karşılaşmak için kabuğundan yeniden çıkar.
Hayat, hepimizi kendi isteği doğrultusunda farklılaştırır. Bizimse ona uymaktan başka seçeneğimiz yoktur. Onun kurallarına dikkat ederek onun istediği doğrultuda ilerlemek zorundayızdır. Tıpkı “rüzgârın fırıldağı” gibi… Bize düşman olan sadece bizim dışımızdakiler midir? Elbette hayır. “Kendimizde biri olmak” da zordur. Bazen bizi baskılayan, engelleyen kendimizden başkası değildir. Toplumun yarattığı baskılara boyun eğen biz, kendimizi diğerlerine göre programlarız; kendi duvarlarımızı kendimiz öreriz. Kendimizi, kendimizde yaşayamayız. İçimizdeki güzelliği, aydınlığı bile yansıtmaktan çekiniriz, çünkü kaskatı ve yenilmez olmamız gereklidir. Tıpkı “içinde güneşli ikindi olan bir testi” gibi…
İçimizdeki kargaşalara hakim olmaya çalışsak da gün gelir onlar damla damla dökülmeye başlar. İşte o zaman “yağmurun fırıldağı” oluruz. Kendi kendimize karşı koyamadığımızda, yüzleşmek istemediklerimizi geçiştiremediğimizde tek çare kendimizi anlamaya çalışmaktır. Böyle zamanlarda “bir kaleme, bir kağıda döneriz”. Yazdıklarımıza inanamayız, sileriz; yeniden yazarız, yeniden aynı şeyle karşılaşırız (olması gereken siz bu değilsinizdir, nerden çıkmıştır bu saçmalıklar?), o burukluk yeniden ortaya çıkar. Kendimizi sıkmaktan bir “salyangoza” dönmüşüzdür, içimizdeki dipsiz kuyuya inmenin vakti gelmiştir.
Şair, şiirin sonunda da denize dönmüştür. Denizin derinliklerinden seslenmektedir ancak söylediği tüm sözcükler denizin enginliğinde dağılmaktadır. Sesi “bir yosun salkımı” gibi titrek ve zayıftır, bir türlü su yüzüne ulaşamaz. Şairin herkesten sakladığı iç dünyası bu denizin içindedir, bahsedilen sözdizimiyse şairin hayatıdır. Belki de denizi “yanılgı” yapan şairin aslında neler hissettiği, ancak bunları dışa nasıl yansıttığıdır.
Şair, şiirini “yürürsem yanım sıra yürür Pars” dizesiyle bitirmiştir. Bu dize, şairin şiir boyunca yaşadığı ikilemi çok yoğun bir şekilde betimlemektedir. Şair ne kadar ilerlemek isterse istesin, yanında hep onu gözlemleyen, korkutan biri vardır ve şairin tüm benliği, istekleri onun denetimindedir. Bu baskı ve korku altında şairin kendi isteği doğrultusunda ilerlemesi imkansızdır.
ÖZGÜN BAŞAK BIÇAKLI
Robert Koleji Öğrencisi,
Arnavutköy