Ahmet Ada’nın “Bugün” şiiri üzerine deneme:
DENİZ: BENLİĞİMİZİN ÖRTÜSÜ
“Bugün” şiiri, şairin günün durgun bir anında kendisiyle baş başa kaldığı bir zamanda yaptığı bir iç hesaplaşmayı konu alır. Şiirde doğa ile insanın iç dünyası arasında ilişkiler kurulmakta, doğadaki baskın yanlarla insanlardaki zayıf yanlar karşılaştırılmaktadır.
Deniz, derindir ve bulanıktır. Bu özelliği ile birçok şeyi içinde saklar, bu gizi dışarıdan bakan biri asla ayırt edemez ama bunca bilinmezliğe rağmen tehlikeli değildir deniz. “Bir çocuğun yüzündeki uyuyan su” gibi berrak ve masumdur. Kimse ondan kötülük beklemez, bu yüzden iyi beklentiler içinde olanlar için “yanılgı” ile doludur.
Zaman zaman herkes kendi içine dönmek ister. Şairin bahsettiği “ağacın köklerine dönmek” aslında budur: Tüm dış etkenleri yok sayıp cevabı kendi içinde aramak. Gün boyunca çoğu kişi kendi köklerine doğru yürür, beslendiği değerlere döner ve bir süre sonra onlarla güçlenip başka engellerle karşılaşmak için kabuğundan yeniden çıkar.
Hayat, hepimizi kendi isteği doğrultusunda farklılaştırır. Bizimse ona uymaktan başka seçeneğimiz yoktur. Onun kurallarına dikkat ederek onun istediği doğrultuda ilerlemek zorundayızdır. Tıpkı “rüzgârın fırıldağı” gibi… Bize düşman olan sadece bizim dışımızdakiler midir? Elbette hayır. “Kendimizde biri olmak” da zordur. Bazen bizi baskılayan, engelleyen kendimizden başkası değildir. Toplumun yarattığı baskılara boyun eğen biz, kendimizi diğerlerine göre programlarız; kendi duvarlarımızı kendimiz öreriz. Kendimizi, kendimizde yaşayamayız. İçimizdeki güzelliği, aydınlığı bile yansıtmaktan çekiniriz, çünkü kaskatı ve yenilmez olmamız gereklidir. Tıpkı “içinde güneşli ikindi olan bir testi” gibi…
İçimizdeki kargaşalara hakim olmaya çalışsak da gün gelir onlar damla damla dökülmeye başlar. İşte o zaman “yağmurun fırıldağı” oluruz. Kendi kendimize karşı koyamadığımızda, yüzleşmek istemediklerimizi geçiştiremediğimizde tek çare kendimizi anlamaya çalışmaktır. Böyle zamanlarda “bir kaleme, bir kağıda döneriz”. Yazdıklarımıza inanamayız, sileriz; yeniden yazarız, yeniden aynı şeyle karşılaşırız (olması gereken siz bu değilsinizdir, nerden çıkmıştır bu saçmalıklar?), o burukluk yeniden ortaya çıkar. Kendimizi sıkmaktan bir “salyangoza” dönmüşüzdür, içimizdeki dipsiz kuyuya inmenin vakti gelmiştir.
Şair, şiirin sonunda da denize dönmüştür. Denizin derinliklerinden seslenmektedir ancak söylediği tüm sözcükler denizin enginliğinde dağılmaktadır. Sesi “bir yosun salkımı” gibi titrek ve zayıftır, bir türlü su yüzüne ulaşamaz. Şairin herkesten sakladığı iç dünyası bu denizin içindedir, bahsedilen sözdizimiyse şairin hayatıdır. Belki de denizi “yanılgı” yapan şairin aslında neler hissettiği, ancak bunları dışa nasıl yansıttığıdır.
Şair, şiirini “yürürsem yanım sıra yürür Pars” dizesiyle bitirmiştir. Bu dize, şairin şiir boyunca yaşadığı ikilemi çok yoğun bir şekilde betimlemektedir. Şair ne kadar ilerlemek isterse istesin, yanında hep onu gözlemleyen, korkutan biri vardır ve şairin tüm benliği, istekleri onun denetimindedir. Bu baskı ve korku altında şairin kendi isteği doğrultusunda ilerlemesi imkansızdır.
DENİZ: BENLİĞİMİZİN ÖRTÜSÜ
“Bugün” şiiri, şairin günün durgun bir anında kendisiyle baş başa kaldığı bir zamanda yaptığı bir iç hesaplaşmayı konu alır. Şiirde doğa ile insanın iç dünyası arasında ilişkiler kurulmakta, doğadaki baskın yanlarla insanlardaki zayıf yanlar karşılaştırılmaktadır.
Deniz, derindir ve bulanıktır. Bu özelliği ile birçok şeyi içinde saklar, bu gizi dışarıdan bakan biri asla ayırt edemez ama bunca bilinmezliğe rağmen tehlikeli değildir deniz. “Bir çocuğun yüzündeki uyuyan su” gibi berrak ve masumdur. Kimse ondan kötülük beklemez, bu yüzden iyi beklentiler içinde olanlar için “yanılgı” ile doludur.
Zaman zaman herkes kendi içine dönmek ister. Şairin bahsettiği “ağacın köklerine dönmek” aslında budur: Tüm dış etkenleri yok sayıp cevabı kendi içinde aramak. Gün boyunca çoğu kişi kendi köklerine doğru yürür, beslendiği değerlere döner ve bir süre sonra onlarla güçlenip başka engellerle karşılaşmak için kabuğundan yeniden çıkar.
Hayat, hepimizi kendi isteği doğrultusunda farklılaştırır. Bizimse ona uymaktan başka seçeneğimiz yoktur. Onun kurallarına dikkat ederek onun istediği doğrultuda ilerlemek zorundayızdır. Tıpkı “rüzgârın fırıldağı” gibi… Bize düşman olan sadece bizim dışımızdakiler midir? Elbette hayır. “Kendimizde biri olmak” da zordur. Bazen bizi baskılayan, engelleyen kendimizden başkası değildir. Toplumun yarattığı baskılara boyun eğen biz, kendimizi diğerlerine göre programlarız; kendi duvarlarımızı kendimiz öreriz. Kendimizi, kendimizde yaşayamayız. İçimizdeki güzelliği, aydınlığı bile yansıtmaktan çekiniriz, çünkü kaskatı ve yenilmez olmamız gereklidir. Tıpkı “içinde güneşli ikindi olan bir testi” gibi…
İçimizdeki kargaşalara hakim olmaya çalışsak da gün gelir onlar damla damla dökülmeye başlar. İşte o zaman “yağmurun fırıldağı” oluruz. Kendi kendimize karşı koyamadığımızda, yüzleşmek istemediklerimizi geçiştiremediğimizde tek çare kendimizi anlamaya çalışmaktır. Böyle zamanlarda “bir kaleme, bir kağıda döneriz”. Yazdıklarımıza inanamayız, sileriz; yeniden yazarız, yeniden aynı şeyle karşılaşırız (olması gereken siz bu değilsinizdir, nerden çıkmıştır bu saçmalıklar?), o burukluk yeniden ortaya çıkar. Kendimizi sıkmaktan bir “salyangoza” dönmüşüzdür, içimizdeki dipsiz kuyuya inmenin vakti gelmiştir.
Şair, şiirin sonunda da denize dönmüştür. Denizin derinliklerinden seslenmektedir ancak söylediği tüm sözcükler denizin enginliğinde dağılmaktadır. Sesi “bir yosun salkımı” gibi titrek ve zayıftır, bir türlü su yüzüne ulaşamaz. Şairin herkesten sakladığı iç dünyası bu denizin içindedir, bahsedilen sözdizimiyse şairin hayatıdır. Belki de denizi “yanılgı” yapan şairin aslında neler hissettiği, ancak bunları dışa nasıl yansıttığıdır.
Şair, şiirini “yürürsem yanım sıra yürür Pars” dizesiyle bitirmiştir. Bu dize, şairin şiir boyunca yaşadığı ikilemi çok yoğun bir şekilde betimlemektedir. Şair ne kadar ilerlemek isterse istesin, yanında hep onu gözlemleyen, korkutan biri vardır ve şairin tüm benliği, istekleri onun denetimindedir. Bu baskı ve korku altında şairin kendi isteği doğrultusunda ilerlemesi imkansızdır.
ÖZGÜN BAŞAK BIÇAKLI
Robert Koleji Öğrencisi,
Arnavutköy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder