MODERN ŞİİRE FELSEFİ TEYEL
Ahmet Ada
Modern şiir neyi teyelleyerek onunla bütünleşir? Felsefenin alanından varlık sorunsalını üstlendiğinde modern şiir yapısına teyeller atarak ilerler. Dil, varlığın dile getirilişi olarak yeniden örgütlenir. Modern şiir, bu anlamda, varlığa ait mevcut anlamlandırmalarda yarıklar açarak, varlığın anlamını yeniden üretir. Ben kimim? Neyim? Neden varım? Zarif sorularla, nesneden bağımsız bir özne fikrine kapılmadan, bir zemin kaybı yaşamadan varlığı sorgular. Kaygılıdır, tedirgindir, huzursuzdur varoluşundan. Dünya yaralamaktadır onu. Ben’in şiiri, ötekinin şiiri, ötekileştirilenin şiiri ya da öznesi durumundadır. Tek malzemesi dil verilmiştir, verilmektedir. Ayrıca her şey dil de değildir: Öznenin maddi varoluşu, toplumsallığı ve tarihselliği dile indirgenemeyecek denli zengin malzemeler sunmaktadır ona. Şairin, insani değerlerin bir bir boşluğa düşürüldüğü bu çağda kuşatılmışlığı yarıp varlığı anlamlandırması; böylece boşluğu doldurması gerekir. Şiire eklenti ya da teyel (dikiş atma) şu anlama gelmektedir: Alain Badiou’nun ifadesiyle, “felsefenin eksik olduğu yerde zamana ve varlığa dair” söylemiyle şiir, boşluğu dolduracak nitelikte teyel işlemini gereksinir. Felsefi bağlamsallığıyla modern şiir, varlığın dile getirildiği bir genişlemeyi, bir açılımı gerçekleştirir.
Modern şiire felsefi teyeli dışarıdan bir ‘müdahale’ olarak görmemek gerekir. Dahası, şiiri felsefenin yedeğine indirgeyici her tutum şiirden ayrılmayı göze almayı gerektirir. Bu da başka bir ‘şey’in inşası demektir. Deneyim şudur: Felsefi güçsüzlük ya da yetersizlik durumunda şiir, zamana ve varlığa dair söz alır, almıştır. Şiirin kendi yapısını, özerkliğini koruyarak derin yapıya taşınan derin anlam bir zaman şiirin başat öğesi olur, olmuştur. Alain Badiou, bunu şiire ‘komşuluk’ olarak görmektedir. (Badiou, felsefe için manifesto, 2005, s.77)
Özne-nesne düalizmi, felsefenin bu temel sorunu konusunda şunları yazıyor Badiou: “Nesne kategorisinin azledilmesi özne kategorisinin de azledilmesine yol açar mı? Kuşkusuz bu, şairler çağının çoğu şiirinin somut bir sonucudur. Özne’nin Rimbaud’daki çoğullaşmasından, serpilip dağılmasından ve Mallarme’deki yokluğundan söz etmiştim. Trakl’ın şiirinde özne sadece Ölümün yerini alır” (s.81-82). Görüldüğü gibi özne-nesne sorunu felsefenin olduğu kadar şiirin de sorunudur. Özneyi nesnesinden ayıran, koparan şair, nesneyle, maddi tarihle nasıl yüzleşecektir? Öznenin maddi varoluşu, toplumsallığı ve tarihselliği de nesneden ayrılmış olacaktır ki, insanın bütünselliğinin parçalanışı demektir bu.
Tam emin değilim ama şiir, öznenin nesnesiyle arasına mesafe koyduğu noktada üretilebilmektedir. Sözcüğün işaret ettiği nesnesiyle arasının açılması, askıda kalması bir özerklik sağlar mı ona? Sağlarsa, nesnesiyle çakışmayan, semantik, ritmik, fonetik açıdan eşdeğerli sözcüklerin bağdaştırılması yeni sessel anlamsal bağlamlar kurabilir düşüncesindeyim. Özne-nesne ayrışması, nesnesiz özne, öznesiz nesne sorunu, gerçekliğin kavranamayacağı kaygan bir zemin yaratır. Denklik, nesnenin yerinden edilmesiyle bozulur. Özne-nesne ilişkisinde dilin seçikleşmezi seçikleştirmesi; özellikle şiir dili bağlamında, dünyayı, evreni, insanı anlamlandırması önemli ve bağlayıcıdır. Şiir, dilin bağlayıcı egemenliğinden kurtulup özgürleştiği noktada özgür bir ‘edim’ olacaktır. O zaman seçikleştirilemez olan seçikleştirilebilecektir.
Şiire, şiirin terim ve kavramlarıyla, yazınsal bir edim olarak bakan şairler için, şiir felsefe ilişkisi, yabancısı olduğumuz izlek evrenini ve kavramları kapsar. Şiirden bakınca şiirin de, felsefe gibi bir varlık beyanı olduğunu söyleyebiliriz. Fazladan, şiir, estetize edilmiş Ben’in, dolayısıyla Öteki’nin varoluşunun açımıdır. Söylemlerinin farklı olduğunu yazmak bile fazla. Ama söylenmesi gereken de şiirin yaşam, yaşantı, bilinç ile bağlantısallığıdır. Ayrıca, sözcüklerin örgütlenişi olarak da sese ve anlama dönük bağlamsallığı vardır. Sözcüğün gündelik tarihsel, toplumsal, arkaik artalanı da, yananlamı da, göndermeleri de bağlamsaldır. Bağlamsallık, sözcük bağdaştırmaları, sözceler, tümceler, sözdizimi vb. kurgularla esnekleşir, değişkenleşir, şiirsel anlam da, ses de doruğa taşınır ya da derin yapıya geçer.
Kapitalist toplum, endüstri dönemi, özne ile nesne bütünlüğünün bozulmasını getirmiştir: Orhan Koçak’ın ifadesiyle, “Zanatkârın bilinci, işçiyle üretim aracının henüz birbirinden kopmamış, çalışmanın henüz soyut emeğe indirgenmemiş olduğu bir dünyanın bilinci” dönemi bitmiş, kapitalizm ‘yabancılaşmayı’ arttırmıştır. Bu durumda, ben de Orhan Koçak gibi sorabilirim: “Özneden bağımsız bir nesne düşüncesi, yine de daha koruyucu bir işlev görmez mi böyle durumlarda?”. Sonucunu da tahmin edebilirim: Özneden bağımsız bir nesne düşüncesi metafiziğin serüvenine yeni bir boyut ekler. Şiirin alanı genişler böylece, resmin ifade olanakları artar. Benliğin kof kibri ortadan kalkar, ötekiyle empati kurulur. İnsanın özneye, dünyanın nesneye dönüştüğü günümüzde tekniğin egemenliği de kırılır. Alain Badiou, şairler çağında bunun Hölderlin, Rilke, Trakl, Celan, Mallarme, Rimbaud, Pessoa, Mandelstam gibi şairlerle, varlık sorunu bağlamında dile getirildiğini belirtir.
Varlığın hiçliğe mahkum edildiği çağımızda şairler, varlık sorununu evrensel olarak yeniden dile getirebilirler. Şiirin, entelektüel estetikle yapılandırılışı varlık sorunundan başlamalıdır; böylece, özne-nesne, insan-dünya çiftlerinin buluşması, özgürlüğün de temeli olabilir.
Söylemek gerekir: Alain Badiou bir düşünür. Şiire de felsefeden bakıyor doğal olarak. Celan, Pessoa, Mandelstam’ın şiirleri bağlamında şunları yazıyor: “Bu şiirlerde sanatın kendisine yetmediğine dair itirafın şiirsel olarak sözcelenmesini, eklentilenmenin yükünden kurtulmayı talep ettiğini ve şiirin ezici otoritesinden kurtarılmış bir felsefeyi umut ettiğini okuyorum.” (s.75). Şiire atılan felsefi teyel, şiirden bakınca öyle görülmüyor: Şiirin arzusu, felsefeyi de içermesine karşın, şiirin yeniden mümkün olabilmesidir. Ben, Badiou gibi okumuyorum bu şairleri. Modernliğin tam içinde felsefenin felce uğradığı, insanın çözümsüzlüğe itildiği, yaşamın mümkün olmadığı, faşizmin yükseldiği dönemde Celan da, Mandelstam da şiire eksikliği duyulan bir işlev yüklemişlerdir. Şiirin kesintiye uğraması söz konusu değildir. İnsan yaşamı kesintiye uğratılmıştır. Toplama kampları, çalışma kampları, soykırım, 20.yüzyılın kara sayfalarıdır. Şiirin ontolojik bir çıkartma yapması söz konusudur bu dönemde. Şiire eklemlenen felsefe yaşamsal bir felsefedir. Acıları gidermekten uzaktır. Celan’ın sessizlik, suskunluk şiirleri bunun somut örnekleridir.
Alain Badiou, yapıtının bir yerinde “zamanın kardeşliğiyle buluşma”dan söz açıyor. Bunu Celan ve öteki şairler, şiirleriyle gerçekleştirdiler.
Daha iyi bir dünya nasıl mümkünse; insanlık için daha iyi, daha büyük, daha kuşatıcı bir şiir de mümkündür.
Yazılıkaya dergisi, Ekim 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder