23 Aralık 2014 Salı

‘TAŞIN SESİ’NDE DOĞANIN VE İNSANIN ÇIĞLIĞINI DUYMAK

facebooktwittergoogle_plusmail
Mustafa GÜNAY
“Sözcüklerin gözüyle bakıyorum dünyaya”(Ahmet Ada)
Ahmet Ada’nın Taşın Sesi adlı yeni kitabındaki şiirlerde öne çıkan temalar arasında şunları sayabiliriz: mağara günlerinden bugüne insanın yeryüzü serüveni, doğa-kültür gerilimi / insanın doğayla sorunsallaşan ilişkileri, doğa kavramı ve doğanın temel öğeleri, insanın dünya deneyimi ve dünya algısı, insan varoluşunun sınırları ve temel problemleri; varlık, yokluk, ölüm.
Doğa ve kültür arasında insanın edimlerine odaklanan şiirleri okurken aklımızda bazı sorular belirir: bu şiirlerde doğaya dönüş mü, yoksa doğaya dönüklük mü söz konusudur? İnsanın doğaya bakışında ve doğayla ilişkisinde şiirin öne çıkardığı anlayış ve değerler nedir?  Kayıp bir doğaya ağıt mı, insanın yeryüzündeki varoluş deneyimini yenilemeye /değiştirmeye yönelik bir çağrı mı? Bu sorulardan yola çıkarak Taşın Sesi’ndeki şiirler ve dizeler arasında kısa bir gezintiye çıkmak gerek. Söz konusu kitaplardaki şiirler, aynı zamanda büyük ve uzun bir şiirin parçaları gibi. Bir şiirin bittiği yerdeki ses ve anlam diğer şiirin başlangıcını oluşturuyor.
Ada’nın metafizik ve poetik bir yönelimle, doğaya odaklanan şiirinde, antropolojik boyutun ön planda olduğu saptanabilir. Mağara günlerindeki insanla kurulmaya çalışılan bir empati göze çarpıyor. Henüz doğadan kopmamış olan ve kültür /uygarlık adlı evini inşa etmemiş olan insandan söz eden şiirler, o zamanki insanın ruh halini ve zihniyetini dile getirir. Ancak Ada’nın şiirinde insan-merkezci bir yaklaşım değil, insan ve doğa bütünlüğünü gözeten bir anlayışın belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Doğaya egemen olmak yerine onun sorumlusu olarak düşünülebilecek bir insan kavrayışına dayanan şiirlerde, doğa insanı, insan da doğayı dile getirir. İnsanın doğaya bakışını değiştirmeye, doğanın aynasında kendini görmeye çağıran imgelerle örülen şiirler, varlığın sesi olarak yankılanıyor.
İnsanın yeryüzü serüvenine odaklanan şiirlerde, insanın ve doğanın birlikte işlendiğini görürüz. Doğa derken, bir zamanlar kucağında yaşadığı, kendisiyle iç içe bulunduğu bir yaşama ortamından bugün gelinen noktada, tarih içinde nesneleştirilen ve nesneleştirildikçe egemen olunmaya, tüketilmeye ve tahrip edilmeye çalışılan bir doğa söz konusudur. Kültürel yapılanmaların zincire vurmaya çalıştığı doğanın çeşitli görünümlerini ortaya koyan şiirlerde, bu durumun sorumlusu ya da suçlusu durumundaki insanın kendi yüzüne bakmasına yönelik bir çağrıyı duyabiliriz. Kitabının adının Taşın Sesi olarak konulması da üzerinde düşünülmeye değer. Yalnızca taşın değil, aynı zamanda suyun, ağaçların ve rüzgârın sesini taşıyan şiirlerde, doğanın konuşmasına tanık oluruz. Bir bakıma şair, insanın doğaya kulak vermesini ister. Doğayı dinleyen ve anlayan insan, aynı zamanda kendini dinlemiş ve anlamış olacaktır.
Taşın Sesi / Ahmet Ada / Şiirden Yayınları, 2014, 97 Sayfa.Taşın Sesi, Ahmet Ada, Şiirden Yayınları, İstanbul 2014
Şiirlerde karşımıza çıkan tarihsel serüvende doğayla birlikte insanın dönüşümlerini de görürüz. İnsanın temel varoluşsal problemlerinin sürekliği ise, bizi dünya deneyimi hakkında düşünmeye yöneltir. Varlık, yokluk ve ölüm kavramları ve durumları,  eski çağlardan günümüze kadar insanın düşünme ve sorgulama çabasının ana ilgisini oluştura gelmektedir. Varlık ve yokluk arasındaki gerilimin düşünülmesine ve anlamlandırılmasına yol açan en önemli şeylerden biri hiç şüphesiz ölüm olayıdır. Ölümle birlikte insanın ve doğanın geçirdiği değişmeler de insanı varolmanın anlamı hakkında düşünmeye yöneltmektedir.
İnsanın felsefede bilimde ve sanatta (özellikle şiirde) ortaya koyduğu farklı doğa / varlık kavrayışları söz konusudur. Ancak ne şekilde tasarlanıyor olursa olsun doğanın kavranılma biçimi insanı da içerir. Bu nedenle modernlikle birlikte unutulan ya da unutturulan düşünme biçimlerini hatırlamak yerinde olur. Modern felsefe ve bilimin, elbette kapitalizmin nesneleştirdiği doğa ve insanın, mutlu ve özgür bir beraberliği yeniden mümkün müdür sorusu şiirlerin arka planından zihnimize sokulmaktadır.
Ada’nın şiirinde teolojisiz bir metafizik yönelimin bulunduğu söylenebilir. Tanrının olmadığı ya da tanrının adının anılmadığı bir doğanın ve bu doğanın içindeki insanın varolma serüvenini ve hâllerini ele alan şiirlerde, materyalist bir yaklaşımdan hareketle doğanın temel öğelerinden söz edilir. İlkçağ Yunan felsefesinde karşılaştığımız dört temel öğe düşüncesi, şiirlerdeki doğa tasarımın da ana belirleyicileri olarak işlenir. Doğanın temel öğelerinin belirlenmesinde maddeci bir yaklaşım vardır. Ancak insan yalnızca doğayla değil doğa-ötesiyle de ilgilidir. Olgusal ve fenomenal olanın ötesi de eski zamanlardan beri insanın merak ve anlama isteğini harekete geçirmeye devam etmektedir. Metafizik düşünüşün kültür ve felsefe tarihindeki gücü ve yaygınlığı da buradan kaynaklanır. Bu noktada Ada’nın şiirinde, bilincin bilinmezliğe doğru yöneliminde karşılaştığımız metafizik bir boyut yer alır. Tanrı ya da tanrılardan söz edilmeyişi, metafizik yönelimin maddeciliği nedeniyledir. Ada’nın şiirinde insan ve doğa, sorunsallaşan bağıntıları ve dönüşümleri içinde, herhangi bir aşkınlığa gönderimde bulunmadan dile gelir.
Doğa ve kültür geriliminin tarihsel süreçteki görünümlerini ve eski çağlardan beri insanın doğayla kurduğu ilişkileri ve bu ilişkilerdeki sorunları ele alan şiirlerin dil ve söylem açısından da irdelenebilecek özellikleri nelerdir?  Ahmet Ada, Taşın Sesi’nde farklı bir şiir dili ve farklı sözcükler kullanır. İlk kez bu kitapta karşılaştığımız bazı sözcükler: garip, kısmet, nasip, kıymet vb. gibi.. Söz konusu sözcüklerin seçilmesi, dile getirilmek istenen hususlarla ilgilidir. Doğaya yönelik imgelerin yoğunluğu ve insana ait olarak bilinip kabul edilen bazı özelliklerin doğada da varlığının ifade edilmesi dikkati çeker.  Ağacın belleğinden söz edilmesi gibi. Bunun gerekçesi ne olabilir? Belki de kendisini doğadan üstün gören, onu nesneleştiren insana, doğaya dönmesi, doğayı yeniden düşünmesi ve doğayla ilişkilerini yeniden inşa etmesi gerektiğine yönelik bir çağrı olarak düşünebiliriz. En önemlisi de doğa ve insanın birlikteliğini ve bütünleşmeleri gerektiğini ortaya koyan Ada’nın imgesel söylemi, geçmişten günümüze acılı bir tarihi gözler önüne sererken, aynı zamanda bir doğa ütopyasını da usul bir sesle dile getirmekte değil midir? Geleceğe yönelik ütopyalarda insanın durumuyla doğayı birlikte düşünmenin gerekliğini duyuran taşın sesi ve bu sesin ağırlığı kendini hissettiriyor.Taşın Sesi’ndeki şiirler doğanın sesi olarak, duyulmayı ve anlaşılmayı bekliyor. Körleşen ve sağırlaşan bir çağın gözlerine ve kulaklarına yönelik bir eleştiri de şiirlerden çıkarılabilir.
Yokluğa uzanan ve sırdaş toprağa dokunan ayaklarıyla yeryüzünde dolaşan insanın, sesler içindeki dünyadan, sürüp giden sonsuzluğa bakışı olarak da düşünebiliriz bu kitaptaki şiirleri… “Doğa başsız ve sonsuz” diyen şair, varlığın gizemini çözemeyen ve “zamanın boşluğunda avare” dolaşan insanın serüvenini, eski çağlardan yirmi birinci yüzyıldaki durumu arasında karşılaştırmalar yapmamızı mümkün kılacak bir şekilde dile getirirken, aynı zamanda doğanın ve insanlığın geleceğine yönelik düşünce ve kaygıları da ifade eder. Dili ve söylemi bakımından önceki kitaplarıyla karşılaştırıldığında giderek bir yalınlığa büründüğünü söyleyebileceğimiz Ada’nın söz konusu yalınlığın ardında yoğun ve derin bir şiirselliği sakladığı yadsınamaz. Bir bakıma doğa kadar açık ve yalın, aynı zamanda doğa kadar saklı ve gizemli bir şiirle karşı karşıyayız.
* Bu yazı Mesele’nin 94. sayısında yayınlanmıştır.
facebooktwittergoogle_plusmail

Hiç yorum yok: