DÜNYAYLA
DİYALOG OLARAK ŞİİR
Mustafa Günay
“sözcüklerim
asılmış rüzgâra
ağaçlara yol gösteriyor”(Ahmet Ada)
Ahmet Ada’nın şiiri, insanın ve
yeryüzünün hâllerine odaklanan niteliğiyle dikkat çeker. Onun şiirsel resimlerden
oluşan bir dünya tablosu oluşturmaya çalıştığı söylenebilir. Doğaya bakan şair,
sanki doğanın bakışını da şiirine taşır. Uçurum
Otu kitabındaki şiirler de böyle bir bakışmanın yansımaları olarak
görülebilir.
Ahmet Ada, dünyadaki şeyleri, insanın varoluşsal
hallerini ve deneyimlerini gözlemler. Deniz ve bulutlar kadar, bir karınca, bir
kedi ve bir ot da şairin bakışında ortaya çıkan dünya tablosunda kendini
gösterir. Doğanın görünmesine, Herakleitos’un deyimiyle “gizlenmeyi seven
doğa”nın açığa çıkarılmasına yönelik şiirini giderek derinleştiren ve
çeşitlendiren Ada, gerçekliğe bakma biçimiyle de çağının ruhuna sert
eleştiriler yöneltir. Bu bağlamda şiir yeryüzünün ve gökyüzünün, giderek
evrenin tanığı hâline gelir. Özne ve nesnenin birliğine dayanarak kendini
ortaya koyan şiir, dünyayı yeniden kurarken ve estetik biçimlendirmeleriyle
gerçekliği yeniden konumlandırırken, varoluşsal temaları da ağırlıklı olarak
işlemeyi sürdürür. Ada’nın şiiri, dünyada varolanı, “aylaklığın tözü”nden yola
çıkarak dile getirmek ister: “benim
aylaklığım izler bırakır / varlığımın doldurduğu boşluğa”.(s. 192)
“Bugün” şiirinde, “yeryüzü hallerine çalışıyorum kıyıda”(s.183) diyen şair, doğaya
yönelik bakışlarını doğanın kendine bakışıyla buluşturarak varoluşun şiirini
ortaya koymaya çalışır. Bu noktada “Yenilendim” şiiri örnek olarak ele
alınabilir. Ada, bu şiirinde insanın dünyadaki varoluşunu hastalık, yaşlılık
vb. olay ve olgular çerçevesinde işler: “şaşırdım
dünyada olmaktan / sevindim taze bir
güne uyanmaktan / bir bilgenin uyanışı değildi bu / bir geyik yalnızlığı
değildi bu / kabuğunu tazeleyen bir yaraydım / can havliyle iyileşen bir sayrı
/ sarsıldım kaç kez kalabalıklar içinde / (…) /sonra ne kadar acı varsa dünyada
/ uzandım dokunmak için / bilge değildim sustum / geçerken caddeden bir
abdal” (s.157).
Ahmet Ada’nın şiirinde estetik bilinç ile
gerçeklik arasındaki etkileşimlerden beslenen bir söyleşi, diyalog söz
konusudur. Şair, doğa ile söyleşerek şiirsel söylemini oluşturur. Doğada ne
varsa Ada’nın şirinde karşımıza çıkar. Bu noktada yaşadığı coğrafyanın,
Akdeniz’in ön planda olduğunu görürüz. “Ona Söyledim” şiirinde Akdenizli
kimliğini açığa vurur: “Ona söyledim
Akdenizli bir şair olduğumu /
Işıltılı gecelerde şiir yazdığımı / Denize balığa kuşa ağaca. / Sesimin duyulmadığı
kara parçalarında / Yağmura çıktığımı sabaha kadar / Binlerce kanat sesinin
içime yerleştiğini / (…) Ona söyledim
yaz geceleri büyüdüğünü / İçimdeki sınırsız göklerin, limonlukların, /Akdenizli
şairlerin şiirlerinin bir de, / Bir
de Mersin göklerinin yıldızlı yıldızsız.” (s.41). Tarihsel süreç içinde
ortaya konulan uygarlık birikimine ve bundan kaynaklanan bir tinselliğe de
işaret eden Ada, Akdenizli kimliğinin yalnızca doğa bakımından değil, tarih ve
kültür bakımından da zenginliğine ve derinliğine dikkat çeker. “Olağanüstü Gün”
şiirinde şöyle der: “İçimdeki Akdeniz var
ya biliyor musun / Binlerce yıldan beri
var / Bir bakışta bütün bitki örtüsü /Anlıyorum ki örtüyor üstünü / İyice
yıpranmış ruhumun.”(s.44).Aynı şiirde şair, kendi kimliğine ilişkin de
şunları söyler: “Kim miyim ben?
/Akdeniz’i kuş kanadında dolaşan biri / (…) Kim miyim ben? Yıldızların
çobanı”.(s. 44)
Akdeniz ve şehir olarak Mersin, uzun bir
süredir Ahmet Ada şiirinin başkenti
durumundadır. Mersin’den çok söz eden Ada’nın bu kitabından da “Gece Duyurusu”
şiiri örnek olarak verilebilir: “saat
kulesinin uzun uykusu. ayın ışığı düşüyor / meydanın palmiyelerine. opera
binası ışık içinde. /denizin gece
duyurusu / uyuyan kentedir, fısıldadığı sözcükler / balıkçı teknelerine / yaz
gecesi, yıkıyor ellerini denizde / rüzgâr sancağını indirmiş, / gece, boğucu
Mersin’de / (…) / ruhum meydanın tam
ortasında / uzak yıldızları dinliyor” (s.189). Yaşadığı şehrin izleri ve
görünümleri Ada’nın şiirlerinde oldukça yoğun biçimde karşımıza çıkar. Ama
burası bir bakıma onun yeryüzüne baktığı ve uzakları da algılayıp dinlediği bir
yerdir. Bu noktada Ada’nın dünyaya açık bir şiiri sürdürdüğü söylenebilir.
Mersin ve Akdeniz, onun dünyaya baktığı bir
kıyı ve bir ufuk olarak görülebilir. Akdeniz, Ada’nın yeryüzünü düşünüp
hissettiği ve şiirleştirdiği bir yer olarak karşımıza çıkar. Bu noktada şairin
ufku ile dünyanın ufku kaynaşır ve başka ufuklara doğru genişler. Şiir hem
burada, hem başka yerdedir. Bulunduğu yerin şiirini yazarken, şair aynı zamanda
başka yerlerin de şiirini yazar. Ada’ya göre şair, “bir eski zaman terzisidir”. “Başka Yerde” şiirinde şöyle der: “Değil, bir kıyı parçası değil / Bütün kara parçaları sızmıştır / Özenle
kurduğun şiirinin sözcüklerine / Bakarsın duyarım müziğini / Ya İskenderiye’den
ya Kudüs’ten” (s.42).
Ada’nın Uçurum
Otu kitabında yer alan şiirler arasında toplumsal ve siyasal söylemin en
belirgin olduğu şiirlerden biri “Dilekçe”dir. Tarlalarda, fabrikalarda
çalışanların sesine ses katan bir şiirdir. Yılgınlıklara karşı söylemiyle
dikkati çeker. Kanın akmamasını dile getirir. Silah tacirlerine karşı
dalgalanan özgürlük bayraklarından ve engellerden söz eder. Aynı zamanda her
şeyin metalaştığı ve değerinin parayla ölçüldüğü bu çağı, dizgeleri eleştirir,
doğayı ve insanı savunur: “Gelsinler üstümüze üstümüze / Ey her şeylerini parayla
değiştirenler! / Biz menekşenin sapı oluruz / Kokarız yeryüzüne. İnsanlık kalır
/ kalırsa denize verdiğimiz dilekçeden.”(s.68).
Ahmet Ada’nın şiirinin dünyaya açıklığını,
insanın doğaya yönelişinde de görebiliriz. Doğada gezinen şair, varolan her şeyin
yerini ve anlamını bütünsel bir perspektifle ifade eder. Ada’nın yazdığı
insancıl bir şiirdir, ama insan-merkezci değildir. Bu anlamda dünyadaki her
varlığın şiirde yerini almasına ve konuşmasına izin verir. Şiir, varolanların
bir sözcüsü olarak ortaya çıkar. Buyuran, dikte eden ve sınıflandıran bir
söylem değil, aksine söyleşen, diyalog kuran bir şiirdir. Şiiri, bir bakıma
şairin insanla ve dünyayla devam eden diyalogudur. Varolan her şey sırası ve
zamanı geldiğinde bu diyalogda yerini alır. Ada’nın ortaya koyduğu diyalojik
bir şiirdir. Burada söz konusu olan diyalog, yalnızca doğal ve varlıksal olanla
değil, aynı zamanda insanî ve toplumsal olanla da ilgilidir. Şiir, bizi insanın
kendisiyle diyaloga yöneltir. Kişinin kendisiyle söyleşmesine bir çağrı olan
şiir, doğanın ve dünyanın büyük sessizliğinden de esinlenir.
Ada’nın doğaya dayanan, doğadan esinlenen
şiirsel söyleminde, dilin biçimlendirdiği ve görünüşe çıkardığı bir doğa söz
konusudur. Dil ve tinsellik, doğanın estetik bilinçte şekillenmesini ve görünmesini
sağlar. Doğal ve insanî olanın birlikte, şiirin temelini oluşturması söz
konusudur. Şairin doğaya bakışında sevgi ve bağlılık belirgindir. İnsana ve
doğaya duyulan sevgi, Ada’nın şiirinin insancıl yöneliminin göstergesidir.
Şair, dünyaya kalbiyle bakar. Bu bağlamda şiir de, sanki dünyanın kalbi haline
gelir. Dünyanın kalbi haline gelen bu şiirde, artık dualiteye, ikiliklere yer
kalmaz.
Hegemonik ve hiyerarşik bir nitelik taşıyan
anlayış ve tutumların eleştirisinde de şairin bazı temel değerlere dayandığı
söylenebilir. İnsanın insanca yaşama olanağını kaybettiği şehirlerde ve ağır
bir yabancılaşmanın hüküm sürdüğü uygarlık mekânlarında Ada’nın şiiri, doğadan
taşıyıp getirdiği canlı imgelerle, akıl ve modernlik sorgulamasını da
gerçekleştirir. Ada’nın değer temelli şiiri ve poetikası, bazen açık çoğu zaman
da örtük biçimde kendini ortaya koyar. Onun dünyanın durumu ve zamanın ruhu
çerçevesinde, ülkemizin durumunu da göz önünde tuttuğunu görebiliriz. Yakılan
ve boşaltılan köylerden, çocukları kayıp annelere kadar, yaşanan acıların ve
trajedilerin Ahmet Ada’nın şiirinde yerini aldığını söyleyebiliriz. Diyalojik
şiir, aynı zamanda paylaşımcı ve dayanışmacı bir şiirdir. Şiirin ve dayandığı
değerlerin temelinde başlayan diyalog, başka bir dünyanın ve başka bir hayatın
olanağına dair en güçlü umut değil midir?
Cumhuriyet
Kitap, 28 Kasım 2013, Sayı : 1241
Çiçek Kokan Ağzı, yeni şiirler, Şiirden Yayınları,
Dağıtım SAY Dağıtım - Çıktı
Arka kapak yazısı :
Doğa, doğurgan ve besleyici niteliğiyle dişidir; feminendir. Özellikle kapitalizmin belirlediği toplumsallığın her anlamda doğaya karşıt gelişimi, onu talan ve tahrip eden rasyonalitesi, zihinde ve Dil’de kültür/ doğa karşıtlığı olarak belirir.
Şiir bu karşıtlık temelinde oluşan anlamlandırma düzeneklerini yapı-bozuma uğratır. Erken romantizmden geç moderne bağlanan süreçte şiir, ses ve koku dolayında yitik bir doğayı hatırlamaya çalışırken, Dil’i de bu bağlamda feminen bir duyarlılıkla işler.
Ahmet Ada’nın olgunluk dönemi şiirleri , zaten baştan beri süregelen bu inşâyı poetik olarak kusursuz bir çizgiye taşıyor. Aşkı, kadını, çocuğu, çiçeği ve hayvanı ; sanat başta olmak üzere insana dair bütün sahici değerleri hatırlamaya çırpınıyor.
Bu şiir, artık bir yönüyle psikotik bir bölünmeyi de işaret eden kültür/ doğa karşıtlığını Dil’de aşmak üzere, erkek egemen dünyayı feminen duyarlıklar, sezgiler, anlamlar ve imgelerle onarmaya, dönüştürmeye çalışıyor. Böylece, hiçbir iktidar vaat etmeyen; verili iktidar kodlarıyla çocuğu, geçmişi, rengi, kokuyu, çiçeği, müziği, resmi, aşkı, kadını ve dolayısıyla erkeği kanatan maskülen Dil’i durduran bir şiire varıyor Ahmet Ada.
Çağdaş şiirimizin bu usta şairinden bir başka hayatın imkânlarına dair işaret taşları...
Ahmet Ada, 3 Haziran 2013, Şiiristanbul, Fotoğraf::
Aydan Yalçın
8. ULUSLARARASI ŞİİRİSTANBUL
FESTİVALİ NOTLARI
AHMET ADA
1-4 Haziran 2013 tarihleri
arasında gerçekleştirilen Şiiristanbul Festivali’nin savsözü ‘Şiir hayatı yener’di. Küresel kapitalizmin
verili hayatına karşı şiirin gücü vurgulanıyordu bu savsözle. İstanbul, Taksim
Gezi Parkı direnişi de Festival günlerinin ana konusuydu. Küresel kapitalizmin
imar rantı bardağı taşıran damla oldu. Bir grup duyarlı çevrecinin ağaçları
korumak için başlattığı Gezi Parkı direnişi Sırrı Süreyya Önder’in de
müdahaleleriyle devam etti. Güvenlik güçlerinin şiddetine maruz kalan, sabahın
erken saatlerinde çadırları yakılan, biber gazı, tazyikli suyla dağıtılmaya
çalışılan direnişçiler, ne pahasına olursa olsun direnişi sürdürdüler.
Kapitalizmin denetimindeki büyük medya (özellikle televizyonlar, haber
kanalları) kuruluşları, kasıtlı olarak direnişi halka duyurmadı. Sosyal
medyayla direnişçilerin talepleri,
mücadeleleri duyurulabildi. 2-3-4 Haziran 2013 günleri direniş kitlesel boyut
kazandı. Her kesimden sivil halk büyük kalabalıklar hâlinde Taksim Gezi
Parkı’na aktı. Polis geri çekilmek zorunda kaldı.[ Beşiktaş’ta trafiği
gençlerin yönettiğine tanık oldum.] Gençlerin talepleri demokrasi, barış,
adalet, eşitlik ve özgürlüktü; bu talepleri yansıtmayan büyük medya kuruluşları
da protesto edildi. Çok sayıda sanatçı eyleme destek verdi, veriyor. Kısaca,
iktidar karşıtı sivil bir hareket kendiliğinden oluştu. Otoriter bir yönetime
adım adım giden iktidarın hemen her alandaki baskılarının birike birike büyük
bir patlamaya yol açtığını söylemek bile fazla. Öte yandan, başta ana muhalefet
partisi CHP olmak üzere siyasal partiler ve medyada söz alan konuşmacılar bu
kendiliğinden gelişen hareketi iyi değerlendiremediler, okuyamadılar da… Çağın
gerisinde kalan bir zihniyetle direnişin nedenselliğini, niçinliğini
değerlendirmek imkânsızdı çünkü.
2 Haziran 2013, Pazar
günü, Koşuyolu Mahalle Evi Salonu’nda, “Şiirden çok şey mi bekliyoruz?”
başlıklı kısa bildirimde şunları söyledim: “Taksim Gezi Parkı’ında ağaç
kesimini protesto eden halk da doğanın talan edilmesine direniyor. Şiir bu
insanî direnişi dile getirmiyorsa, ondan başka ne bekleniyor? (…) Şiir, tanka, topa, panzere, biber gazına,
copa, işkenceye karşı, karşıt bir söylemle insanlığın onurunu savunuyor.”
Şiiristanbul 2013
Festivali bu ortamda başladı. Kadiköy, Mühürdar Cafe’de Romanya’dan festivale
katılan Carolina Ilıca’nın Folklorik Şiir Sergisi ve şiir okumalarıyla sürdü.
Çeşitli kumaşlar üzerine yazılı şiirlerin sergilenmesi ilginçti. Aynı gün
(1Haziran 2013) Aya İrini Kilise Müzesi’inde yapılacak olan açılış konuşmaları,
ödül töreni ve Timur Selçuk-Hazal Selçuk konseri, olağanüstü günler nedeniyle
iptal edildi. Polis yolları tutmuş, bir yerden bir başka yere gitmenin imkânı
yoktu. Doğu-batı edebiyatları ve birbirine etkisi ile Papirüs dergisinin
kültürel mirası gibi paneller yukarıda belirttiğim nedenlerle yapılamadı. Ama
çeşitli dillerde yapılan şiir okumaları dünya şiirinin renkliliğini ve
sesçilliğini (fonetiğini) duyurdu bizlere. Çevirileri Mesut Şenol büyük bir
enerjiyle gerçekleştirdi.
Dünya şiirinin de ana
damarının lirizm olduğunu öğrenmek beni sevindirdi. Festival kitabı ile
Festival programının ve konuklar için yaptırılan çantaların zamanında
dağıtılması düzenliliğin bir göstergesiydi. Hemen belirteyim: Festival boyunca
yaşadığım en ilginç etkinlik, Koşuyolu’nda, Reşat Nuri Gültekin İlköğretim
Okulu’nda, iki ayrı sınıfta, öğrencilerle buluşma oldu. Cıvıl cıvıl öğrenciler
bizden ayrılmak istemediler. Fotoğraf çektirdiler, imza aldılar, sorular
sordular. Öğrencileri neşelendiren Kolombiyalı Clara Bella Ventura’yı çok
sevdiler. Tesadüfen oturduğum sıradaki 2.sınıf öğrencisi küçük kızın adı
Ada’ydı. Sevimli kızı çok sevdim. Clara Bella her yerde grubumuzun neşe
kaynağıydı.
Çevirileriyle Festivale
Mesut Şenol, Metin Fındıkçı, Dr.Oğuz Baykara,
İlyas Tunç, Mete Özel, Hasan Erkek, Kadriye Cesur büyük emek
verenlerdendi. Mesut Şenol hep yanımızdaydı ve etkin bir konumuyla. Ayrıca,
Festival düzenleme kurulu üyesi ve genel koordinatörü Güven Karakaş’ın
çabalarını unutmamak gerekiyor.
Kapalıçarşı ve Arkeoloji
Müzesi gezileri İstanbul’un kültürel zenginliğini, Anadolu uygarlıklarını,
antik dünyayı keşfetme gezileriydi âdeta.
Supperclup ile Nomads gibi
mekânlarda günün yorgunluğunu atmak Festivalin süregelen geleneklerinden.
Geceleri bu mekânlarda eğlenme imkânı da bulduk.
3 Haziran 2013, Pazartesi
günü yapılması gereken Kırım Kilisesi programı gerçekleşmedi. Program “Kadın
Şairler Buluşması” olarak belirlenmişti. 4 Haziran’da Galata Mevlevîhanesi’ne gittik.
Ünlü Divan şairi Şeyh Galib orada yatıyordu. Salih Zeki Tombak, bize,
Mevlevilik konusunda bilgi aktardı. Zeki Tombak, kent kültürü donanımıyla,
deneyimlediği yaşamın bilgi birikimiyle hep güven veren bir konumdaydı.
Rosetta Lıteratura..
Uluslararası karşılaştırmalı edebiyat yayını. Türk ve dünya edebiyatını
buluşturan çok önemli bir seçki. Bendeki 2.sayısı. Umarım yayını kesintisiz
sürer.
8. Uluslararası
Şiirİstanbul Festivali’ne Türkiye’den Ahmet Ada, İlyas Tunç, Sina Akyol, Aydan
Yalçın, Ayten Mutlu, Ertan Mısırlı, Hasan Erkek, İhsan Tevfik, Mete Özel, Metin
Fındıkçı, Mutafa Köz, Şükran Belen, Pelin Batu, Özcan Ünlü, Mesut Şenol, Onur
Sakarya, Sadık Yaşar; Suriye’den Abdüsselam Hallum, Mısır’dan Ahmed El Şahavi,
Fas’tan Ayşe Basri, Romanya’dan Carolına Ilıca, Kolombiya’dan Clara Bella
Ventura, Romanya’dan Dumıtru.M.ıon, Filistin’den Gassan Zaqdan, Hanan Awwad,
Fransa’dan Jean-Luc Poulıquen, Makedonya’dan Katıve Kulavkova, Sırbistan’dan
Sanja Domazet, Bulgaristan’dan benim şiirlerimi de Bulgarca yayımlayan (Kadriye
Cesur çevirisi) Sasho Serafımov katıldılar.
Son günü Metis
Yayınları’na uğrayabildim. Semih Sökmen’i tanımak, sohbet etmek güzeldi.
Vedat Akdamar ve eşi Şenay
Varlıoğlu Akdamar gece buluşmalarına katıldılar. Şenay Akdamar, Puşkin’in “Yevgeni
Oneğin” (Kanşaubiy Miziev – Ahmet Necdet
çevirisi) kitabını verdi; çocuklar gibi sevindim.
Galata Derneği’nde şiir
dinletisi. Gala gecesi Boğaz tekne turuyla
sürdü etkinlikler. Pelin Batu, Vural Bahadır Bayrıl ve Lale Müldür’ü tekne
gezisinde gördüm. Gezide, Festivale katılan şairlere, Nâzım Hikmet’in cam
kabartma portresi olan plaketler verildi ki bir anı olarak kalacak hep yazı
masamın üstünde.
Son günü Metis
Yayınları’na uğrayabildim. Semih Sökmen’i tanımak, sohbet etmek güzeldi.
Günlerimize Taksim Gezi
Parkı direnişi damgasını vurdu. Sivil bir halk direnişine tanık oldum.
Mersin, 7 Haziran 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder