16 Mayıs 2013 Perşembe



DÜNYAYLA DİYALOG OLARAK ŞİİR
Mustafa Günay
                                                                                         “sözcüklerim asılmış rüzgâra
                                                                          ağaçlara yol gösteriyor”(Ahmet Ada)

             Ahmet Ada’nın şiiri, insanın ve yeryüzünün hâllerine odaklanan niteliğiyle dikkat çeker. Onun şiirsel resimlerden oluşan bir dünya tablosu oluşturmaya çalıştığı söylenebilir. Doğaya bakan şair, sanki doğanın bakışını da şiirine taşır. Uçurum Otu kitabındaki şiirler de böyle bir bakışmanın yansımaları olarak görülebilir.
Ahmet Ada, dünyadaki şeyleri, insanın varoluşsal hallerini ve deneyimlerini gözlemler. Deniz ve bulutlar kadar, bir karınca, bir kedi ve bir ot da şairin bakışında ortaya çıkan dünya tablosunda kendini gösterir. Doğanın görünmesine, Herakleitos’un deyimiyle “gizlenmeyi seven doğa”nın açığa çıkarılmasına yönelik şiirini giderek derinleştiren ve çeşitlendiren Ada, gerçekliğe bakma biçimiyle de çağının ruhuna sert eleştiriler yöneltir. Bu bağlamda şiir yeryüzünün ve gökyüzünün, giderek evrenin tanığı hâline gelir. Özne ve nesnenin birliğine dayanarak kendini ortaya koyan şiir, dünyayı yeniden kurarken ve estetik biçimlendirmeleriyle gerçekliği yeniden konumlandırırken, varoluşsal temaları da ağırlıklı olarak işlemeyi sürdürür. Ada’nın şiiri, dünyada varolanı, “aylaklığın tözü”nden yola çıkarak dile getirmek ister: “benim aylaklığım izler bırakır / varlığımın doldurduğu boşluğa”.(s. 192)
“Bugün” şiirinde, “yeryüzü hallerine çalışıyorum kıyıda”(s.183) diyen şair, doğaya yönelik bakışlarını doğanın kendine bakışıyla buluşturarak varoluşun şiirini ortaya koymaya çalışır. Bu noktada “Yenilendim” şiiri örnek olarak ele alınabilir. Ada, bu şiirinde insanın dünyadaki varoluşunu hastalık, yaşlılık vb. olay ve olgular çerçevesinde işler: “şaşırdım dünyada olmaktan / sevindim taze bir güne uyanmaktan / bir bilgenin uyanışı değildi bu / bir geyik yalnızlığı değildi bu / kabuğunu tazeleyen bir yaraydım / can havliyle iyileşen bir sayrı / sarsıldım kaç kez kalabalıklar içinde / (…) /sonra ne kadar acı varsa dünyada  / uzandım dokunmak için / bilge değildim sustum / geçerken caddeden bir abdal” (s.157).
Ahmet Ada’nın şiirinde estetik bilinç ile gerçeklik arasındaki etkileşimlerden beslenen bir söyleşi, diyalog söz konusudur. Şair, doğa ile söyleşerek şiirsel söylemini oluşturur. Doğada ne varsa Ada’nın şirinde karşımıza çıkar. Bu noktada yaşadığı coğrafyanın, Akdeniz’in ön planda olduğunu görürüz. “Ona Söyledim” şiirinde Akdenizli kimliğini açığa vurur: “Ona söyledim Akdenizli bir şair olduğumu / Işıltılı gecelerde şiir yazdığımı / Denize balığa kuşa ağaca. / Sesimin duyulmadığı kara parçalarında / Yağmura çıktığımı sabaha kadar / Binlerce kanat sesinin içime yerleştiğini / (…) Ona söyledim yaz geceleri büyüdüğünü / İçimdeki sınırsız göklerin, limonlukların, /Akdenizli şairlerin şiirlerinin bir de, / Bir de Mersin göklerinin yıldızlı yıldızsız.” (s.41). Tarihsel süreç içinde ortaya konulan uygarlık birikimine ve bundan kaynaklanan bir tinselliğe de işaret eden Ada, Akdenizli kimliğinin yalnızca doğa bakımından değil, tarih ve kültür bakımından da zenginliğine ve derinliğine dikkat çeker. “Olağanüstü Gün” şiirinde şöyle der: “İçimdeki Akdeniz var ya biliyor musun / Binlerce yıldan beri var / Bir bakışta bütün bitki örtüsü /Anlıyorum ki örtüyor üstünü / İyice yıpranmış ruhumun.”(s.44).Aynı şiirde şair, kendi kimliğine ilişkin de şunları söyler: “Kim miyim ben? /Akdeniz’i kuş kanadında dolaşan biri / (…) Kim miyim ben? Yıldızların çobanı”.(s. 44)
Akdeniz ve şehir olarak Mersin, uzun bir süredir  Ahmet Ada şiirinin başkenti durumundadır. Mersin’den çok söz eden Ada’nın bu kitabından da “Gece Duyurusu” şiiri örnek olarak verilebilir: “saat kulesinin uzun uykusu. ayın ışığı düşüyor / meydanın palmiyelerine. opera binası ışık içinde. /denizin gece duyurusu / uyuyan kentedir, fısıldadığı sözcükler / balıkçı teknelerine / yaz gecesi,  yıkıyor ellerini denizde / rüzgâr sancağını indirmiş, / gece, boğucu Mersin’de / (…) / ruhum meydanın tam ortasında / uzak yıldızları dinliyor” (s.189). Yaşadığı şehrin izleri ve görünümleri Ada’nın şiirlerinde oldukça yoğun biçimde karşımıza çıkar. Ama burası bir bakıma onun yeryüzüne baktığı ve uzakları da algılayıp dinlediği bir yerdir. Bu noktada Ada’nın dünyaya açık bir şiiri sürdürdüğü söylenebilir.
Mersin ve Akdeniz, onun dünyaya baktığı bir kıyı ve bir ufuk olarak görülebilir. Akdeniz, Ada’nın yeryüzünü düşünüp hissettiği ve şiirleştirdiği bir yer olarak karşımıza çıkar. Bu noktada şairin ufku ile dünyanın ufku kaynaşır ve başka ufuklara doğru genişler. Şiir hem burada, hem başka yerdedir. Bulunduğu yerin şiirini yazarken, şair aynı zamanda başka yerlerin de şiirini yazar. Ada’ya göre şair, “bir eski zaman terzisidir”. “Başka Yerde” şiirinde şöyle der: “Değil, bir kıyı parçası değil / Bütün kara parçaları sızmıştır / Özenle kurduğun şiirinin sözcüklerine / Bakarsın duyarım müziğini / Ya İskenderiye’den ya Kudüs’ten” (s.42).
Ada’nın Uçurum Otu kitabında yer alan şiirler arasında toplumsal ve siyasal söylemin en belirgin olduğu şiirlerden biri “Dilekçe”dir. Tarlalarda, fabrikalarda çalışanların sesine ses katan bir şiirdir. Yılgınlıklara karşı söylemiyle dikkati çeker. Kanın akmamasını dile getirir. Silah tacirlerine karşı dalgalanan özgürlük bayraklarından ve engellerden söz eder. Aynı zamanda her şeyin metalaştığı ve değerinin parayla ölçüldüğü bu çağı, dizgeleri eleştirir, doğayı ve insanı savunur: “Gelsinler üstümüze üstümüze / Ey her şeylerini parayla değiştirenler! / Biz menekşenin sapı oluruz / Kokarız yeryüzüne. İnsanlık kalır / kalırsa denize verdiğimiz dilekçeden.”(s.68).
Ahmet Ada’nın şiirinin dünyaya açıklığını, insanın doğaya yönelişinde de görebiliriz. Doğada gezinen şair, varolan her şeyin yerini ve anlamını bütünsel bir perspektifle ifade eder. Ada’nın yazdığı insancıl bir şiirdir, ama insan-merkezci değildir. Bu anlamda dünyadaki her varlığın şiirde yerini almasına ve konuşmasına izin verir. Şiir, varolanların bir sözcüsü olarak ortaya çıkar. Buyuran, dikte eden ve sınıflandıran bir söylem değil, aksine söyleşen, diyalog kuran bir şiirdir. Şiiri, bir bakıma şairin insanla ve dünyayla devam eden diyalogudur. Varolan her şey sırası ve zamanı geldiğinde bu diyalogda yerini alır. Ada’nın ortaya koyduğu diyalojik bir şiirdir. Burada söz konusu olan diyalog, yalnızca doğal ve varlıksal olanla değil, aynı zamanda insanî ve toplumsal olanla da ilgilidir. Şiir, bizi insanın kendisiyle diyaloga yöneltir. Kişinin kendisiyle söyleşmesine bir çağrı olan şiir, doğanın ve dünyanın büyük sessizliğinden de esinlenir.
Ada’nın doğaya dayanan, doğadan esinlenen şiirsel söyleminde, dilin biçimlendirdiği ve görünüşe çıkardığı bir doğa söz konusudur. Dil ve tinsellik, doğanın estetik bilinçte şekillenmesini ve görünmesini sağlar. Doğal ve insanî olanın birlikte, şiirin temelini oluşturması söz konusudur. Şairin doğaya bakışında sevgi ve bağlılık belirgindir. İnsana ve doğaya duyulan sevgi, Ada’nın şiirinin insancıl yöneliminin göstergesidir. Şair, dünyaya kalbiyle bakar. Bu bağlamda şiir de, sanki dünyanın kalbi haline gelir. Dünyanın kalbi haline gelen bu şiirde, artık dualiteye, ikiliklere yer kalmaz.
Hegemonik ve hiyerarşik bir nitelik taşıyan anlayış ve tutumların eleştirisinde de şairin bazı temel değerlere dayandığı söylenebilir. İnsanın insanca yaşama olanağını kaybettiği şehirlerde ve ağır bir yabancılaşmanın hüküm sürdüğü uygarlık mekânlarında Ada’nın şiiri, doğadan taşıyıp getirdiği canlı imgelerle, akıl ve modernlik sorgulamasını da gerçekleştirir. Ada’nın değer temelli şiiri ve poetikası, bazen açık çoğu zaman da örtük biçimde kendini ortaya koyar. Onun dünyanın durumu ve zamanın ruhu çerçevesinde, ülkemizin durumunu da göz önünde tuttuğunu görebiliriz. Yakılan ve boşaltılan köylerden, çocukları kayıp annelere kadar, yaşanan acıların ve trajedilerin Ahmet Ada’nın şiirinde yerini aldığını söyleyebiliriz. Diyalojik şiir, aynı zamanda paylaşımcı ve dayanışmacı bir şiirdir. Şiirin ve dayandığı değerlerin temelinde başlayan diyalog, başka bir dünyanın ve başka bir hayatın olanağına dair en güçlü umut değil midir?

Ahmet Ada, Uçurum Otu, artshop yayıncılık, 214 s.


Cumhuriyet Kitap, 28 Kasım 2013, Sayı : 1241































Çiçek kokan ağzı, 20.şiir kitabı 


Çiçek Kokan Ağzı, yeni şiirler, Şiirden Yayınları,
Dağıtım SAY Dağıtım -  Çıktı

Arka kapak yazısı :

Doğa, doğurgan ve besleyici niteliğiyle dişidir;  feminendir. Özellikle kapitalizmin belirlediği toplumsallığın her anlamda doğaya karşıt gelişimi, onu talan ve  tahrip eden rasyonalitesi, zihinde ve Dil’de kültür/ doğa karşıtlığı olarak belirir.
Şiir bu karşıtlık temelinde oluşan anlamlandırma düzeneklerini yapı-bozuma uğratır. Erken romantizmden geç moderne bağlanan süreçte şiir, ses ve koku dolayında yitik bir doğayı hatırlamaya çalışırken, Dil’i de bu bağlamda feminen bir duyarlılıkla işler.
Ahmet Adanın olgunluk dönemi şiirleri , zaten baştan beri süregelen bu inşâyı poetik olarak kusursuz bir çizgiye taşıyor. Aşkı, kadını, çocuğu, çiçeği ve hayvanı ; sanat başta olmak üzere insana dair bütün sahici  değerleri  hatırlamaya çırpınıyor.
Bu şiir, artık bir yönüyle psikotik bir bölünmeyi de işaret eden kültür/ doğa karşıtlığını Dil’de aşmak üzere,  erkek egemen  dünyayı feminen duyarlıklar, sezgiler, anlamlar ve imgelerle onarmaya, dönüştürmeye çalışıyor. Böylece, hiçbir iktidar vaat etmeyen; verili iktidar kodlarıyla çocuğu, geçmişi, rengi, kokuyu, çiçeği, müziği, resmi, aşkı, kadını ve dolayısıyla erkeği kanatan maskülen Dil’i durduran bir şiire varıyor Ahmet Ada.
Çağdaş şiirimizin bu usta şairinden bir başka hayatın imkânlarına dair işaret taşları...

celâl soycan  ı

Ahmet Ada, 3 Haziran 2013, Şiiristanbul, Fotoğraf:: 
Aydan Yalçın

8. ULUSLARARASI ŞİİRİSTANBUL


FESTİVALİ NOTLARI

AHMET ADA

1-4 Haziran 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilen Şiiristanbul Festivali’nin savsözü  ‘Şiir hayatı yener’di. Küresel kapitalizmin verili hayatına karşı şiirin gücü vurgulanıyordu bu savsözle. İstanbul, Taksim Gezi Parkı direnişi de Festival günlerinin ana konusuydu. Küresel kapitalizmin imar rantı bardağı taşıran damla oldu. Bir grup duyarlı çevrecinin ağaçları korumak için başlattığı Gezi Parkı direnişi Sırrı Süreyya Önder’in de müdahaleleriyle devam etti. Güvenlik güçlerinin şiddetine maruz kalan, sabahın erken saatlerinde çadırları yakılan, biber gazı, tazyikli suyla dağıtılmaya çalışılan direnişçiler, ne pahasına olursa olsun direnişi sürdürdüler. Kapitalizmin denetimindeki büyük medya (özellikle televizyonlar, haber kanalları) kuruluşları, kasıtlı olarak direnişi halka duyurmadı. Sosyal medyayla  direnişçilerin talepleri, mücadeleleri duyurulabildi. 2-3-4 Haziran 2013 günleri direniş kitlesel boyut kazandı. Her kesimden sivil halk büyük kalabalıklar hâlinde Taksim Gezi Parkı’na aktı. Polis geri çekilmek zorunda kaldı.[ Beşiktaş’ta trafiği gençlerin yönettiğine tanık oldum.] Gençlerin talepleri demokrasi, barış, adalet, eşitlik ve özgürlüktü; bu talepleri yansıtmayan büyük medya kuruluşları da protesto edildi. Çok sayıda sanatçı eyleme destek verdi, veriyor. Kısaca, iktidar karşıtı sivil bir hareket kendiliğinden oluştu. Otoriter bir yönetime adım adım giden iktidarın hemen her alandaki baskılarının birike birike büyük bir patlamaya yol açtığını söylemek bile fazla. Öte yandan, başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere siyasal partiler ve medyada söz alan konuşmacılar bu kendiliğinden gelişen hareketi iyi değerlendiremediler, okuyamadılar da… Çağın gerisinde kalan bir zihniyetle direnişin nedenselliğini, niçinliğini değerlendirmek imkânsızdı çünkü.
2 Haziran 2013, Pazar günü, Koşuyolu Mahalle Evi Salonu’nda, “Şiirden çok şey mi bekliyoruz?” başlıklı kısa bildirimde şunları söyledim: “Taksim Gezi Parkı’ında ağaç kesimini protesto eden halk da doğanın talan edilmesine direniyor. Şiir bu insanî direnişi dile getirmiyorsa, ondan başka ne bekleniyor?  (…) Şiir, tanka, topa, panzere, biber gazına, copa, işkenceye karşı, karşıt bir söylemle insanlığın onurunu savunuyor.”



Şiiristanbul 2013 Festivali bu ortamda başladı. Kadiköy, Mühürdar Cafe’de Romanya’dan festivale katılan Carolina Ilıca’nın Folklorik Şiir Sergisi ve şiir okumalarıyla sürdü. Çeşitli kumaşlar üzerine yazılı şiirlerin sergilenmesi ilginçti. Aynı gün (1Haziran 2013) Aya İrini Kilise Müzesi’inde yapılacak olan açılış konuşmaları, ödül töreni ve Timur Selçuk-Hazal Selçuk konseri, olağanüstü günler nedeniyle iptal edildi. Polis yolları tutmuş, bir yerden bir başka yere gitmenin imkânı yoktu. Doğu-batı edebiyatları ve birbirine etkisi ile Papirüs dergisinin kültürel mirası gibi paneller yukarıda belirttiğim nedenlerle yapılamadı. Ama çeşitli dillerde yapılan şiir okumaları dünya şiirinin renkliliğini ve sesçilliğini (fonetiğini) duyurdu bizlere. Çevirileri Mesut Şenol büyük bir enerjiyle gerçekleştirdi.
Dünya şiirinin de ana damarının lirizm olduğunu öğrenmek beni sevindirdi. Festival kitabı ile Festival programının ve konuklar için yaptırılan çantaların zamanında dağıtılması düzenliliğin bir göstergesiydi. Hemen belirteyim: Festival boyunca yaşadığım en ilginç etkinlik, Koşuyolu’nda, Reşat Nuri Gültekin İlköğretim Okulu’nda, iki ayrı sınıfta, öğrencilerle buluşma oldu. Cıvıl cıvıl öğrenciler bizden ayrılmak istemediler. Fotoğraf çektirdiler, imza aldılar, sorular sordular. Öğrencileri neşelendiren Kolombiyalı Clara Bella Ventura’yı çok sevdiler. Tesadüfen oturduğum sıradaki 2.sınıf öğrencisi küçük kızın adı Ada’ydı. Sevimli kızı çok sevdim. Clara Bella her yerde grubumuzun neşe kaynağıydı.
Çevirileriyle Festivale Mesut Şenol, Metin Fındıkçı, Dr.Oğuz Baykara,  İlyas Tunç, Mete Özel, Hasan Erkek, Kadriye Cesur büyük emek verenlerdendi. Mesut Şenol hep yanımızdaydı ve etkin bir konumuyla. Ayrıca, Festival düzenleme kurulu üyesi ve genel koordinatörü Güven Karakaş’ın çabalarını unutmamak gerekiyor.
Kapalıçarşı ve Arkeoloji Müzesi gezileri İstanbul’un kültürel zenginliğini, Anadolu uygarlıklarını, antik dünyayı keşfetme gezileriydi âdeta.
Supperclup ile Nomads gibi mekânlarda günün yorgunluğunu atmak Festivalin süregelen geleneklerinden. Geceleri bu mekânlarda eğlenme imkânı da bulduk.
3 Haziran 2013, Pazartesi günü yapılması gereken Kırım Kilisesi programı gerçekleşmedi. Program “Kadın Şairler Buluşması” olarak belirlenmişti. 4 Haziran’da Galata Mevlevîhanesi’ne gittik. Ünlü Divan şairi Şeyh Galib orada yatıyordu. Salih Zeki Tombak, bize, Mevlevilik konusunda bilgi aktardı. Zeki Tombak, kent kültürü donanımıyla, deneyimlediği yaşamın bilgi birikimiyle hep güven veren bir konumdaydı.
Rosetta Lıteratura.. Uluslararası karşılaştırmalı edebiyat yayını. Türk ve dünya edebiyatını buluşturan çok önemli bir seçki. Bendeki 2.sayısı. Umarım yayını kesintisiz sürer.
8. Uluslararası Şiirİstanbul Festivali’ne Türkiye’den Ahmet Ada, İlyas Tunç, Sina Akyol, Aydan Yalçın, Ayten Mutlu, Ertan Mısırlı, Hasan Erkek, İhsan Tevfik, Mete Özel, Metin Fındıkçı, Mutafa Köz, Şükran Belen, Pelin Batu, Özcan Ünlü, Mesut Şenol, Onur Sakarya, Sadık Yaşar; Suriye’den Abdüsselam Hallum, Mısır’dan Ahmed El Şahavi, Fas’tan Ayşe Basri, Romanya’dan Carolına Ilıca, Kolombiya’dan Clara Bella Ventura, Romanya’dan Dumıtru.M.ıon, Filistin’den Gassan Zaqdan, Hanan Awwad, Fransa’dan Jean-Luc Poulıquen, Makedonya’dan Katıve Kulavkova, Sırbistan’dan Sanja Domazet, Bulgaristan’dan benim şiirlerimi de Bulgarca yayımlayan (Kadriye Cesur çevirisi) Sasho Serafımov katıldılar.
Son günü Metis Yayınları’na uğrayabildim. Semih Sökmen’i tanımak, sohbet etmek güzeldi.
Vedat Akdamar ve eşi Şenay Varlıoğlu Akdamar gece buluşmalarına katıldılar. Şenay Akdamar, Puşkin’in “Yevgeni Oneğin”  (Kanşaubiy Miziev – Ahmet Necdet çevirisi) kitabını verdi; çocuklar gibi sevindim.
Galata Derneği’nde şiir dinletisi. Gala gecesi Boğaz tekne turuyla sürdü etkinlikler. Pelin Batu, Vural Bahadır Bayrıl ve Lale Müldür’ü tekne gezisinde gördüm. Gezide, Festivale katılan şairlere, Nâzım Hikmet’in cam kabartma portresi olan plaketler verildi ki bir anı olarak kalacak hep yazı masamın üstünde.
Son günü Metis Yayınları’na uğrayabildim. Semih Sökmen’i tanımak, sohbet etmek güzeldi.
Günlerimize Taksim Gezi Parkı direnişi damgasını vurdu. Sivil bir halk direnişine tanık oldum.

Mersin, 7 Haziran 2013



















Hiç yorum yok: