deniz kıyısında
kaldım ben bir de Naz
bölgeye tacirler
geldiler
el değiştirdi para,
parladı tırpan
buğday tarlalarına
doğru yürüdü çağ
uzak ülkelerden
akrabalar geldiler
yükleri kuru incir
pekmez ceviz
develerle geldiler
elden ele dolaştı
sevinç
gök onları ağırladı
Kadınlar II
Geldiler II
Kadınlar
gökyüzünün maviliğinden
kuşlar dönüyor
kadınlar var çiftlik yolunda
kadınlar kuşlara bakıyor
kadınlar kuşlar yaz
biraz uzun bir gün galiba
günebakanlar tarlalarda çılgın
gökyüzünü duruluyor
kadınlar, ah kalbimiz
gelmişler biber toplamaya
ellerinde bir deste gelincik
kadınlar, ah kadınlar bütün gün
gözlerim üstünüzde kalıyor
Kadınlar II
kadınlar ah kadınlar, yolunuz
gökkuşağıdır, gider ana yaparlar,
sokak ortasında dayak yer,
cezaevine koyarlar güzelliğinizi
kadınlar ah kadınlar, ot çeker,
odun kırar, pamuk toplar
bembeyaz elleriniz, parıldar
âşık olunca gözleriniz
her şey sizin için, sizi bekliyor
acılar, oğul acısı, aşk acısı
sakın çıkmayın sokaklara
taciz kelepçe cop biber gazı
kadınlar ah kadınlar, acılarınız
çifte kırmızı, geceleriniz soyunuk
uyku girmez kirpiklerinizden
onurunuz boyun eğmez doruk
Kadınlar III
Yannis Ritsos’a
köyün ortasında köpekler havlar
jandarmalara, köpekler ve jandarmalardan
korkar kadınlar, “kaçakta değiliz, korkma”
deriz, ayın ışığı tanıktır parlayan
kelepçelere
kadınlar ekmek yaparlar iki evlik
toprakta, bazlama, yufka,
dut pestil kayısı kuruturlar
yoksul geceler için
kadınlar, çoğu zaman geceleri
hatırlanır, “kadınımsın” deriz,
gürültüyle sevişiriz, aynı ağaca
bakarız, aynı toprağa kıska dikeriz
kadınlar, hatırlanır otuz kuştan
Kadınlar IV
Cela s’est passé. Je sais aujourd’hui
saluer la beauté.
Arthur
Rimbaud
faytonların göğe
ağdığı, köprüden
atlayanların suda
yittiği, kavakların
uzun gölgelerinin,
söğütlerin, sık ağaçların
kuşlarla dolduğu
yıllar geri gelmedi anne
dönmedi koca orman,
atlar harada
kaldı, ellerin
dağınık karanfillerde,
unutamam
güzelliğini, zarif, ince
ak ellerini, nereye
koyacağını bilmediğin
dönmedi kayığım
anne, karşıda bırakmıştım
kavakların altında
seni, dönmedi ırmağı
geçen kayığım,
kalakaldım sepetler
dolusu gök, kirazlar
ve yalnız taşlarla
kaçıp gitti rüzgârla
güvercinler
geçti gençliğim
sokak aralarından
dönmedi ne neşeli
güneş ne hilal ay
çiçek tozları içinde
kalakaldım anne
Kadınlar V
kadınlar var deniz kıyısında
kabuk toplayan, olgun sözler eden
kadınlar ah kadınlar, alem onlarla şen,
onlarla hüzünlü, onlarla sevecen
bir çınar gibi durur gölgeleri
kalplere gömülen
kadınlar ah kadınlar, şifalı otlar gibidir
sözleri, severken
kadınlar, yiten iğne, ağaran gün
eşikten eşiğe geçen
kadınlar geçilmesi zor patikadırlar
gideriz yan yana tek söz etmeden
kadınlar ah kadınlar , mutsuzluğu paylaşan,
fiskosları seven
Kadınlar VI
yaz geliyor, değişiyorum, ağaçların çiçeklenmesi
yüreklendiriyor
inceliği parmaklarından öğreniyorum
taşları topluyor gül dikiyoruz
parmakların gülün uzantısı,
yazın işareti, mayıs rengi gökyüzü,
ufalanıyor toprak yaza hazırlanmanın
kıyısında, değişiyor gölgeler gözünde,
varlığın aydınlığında ben
ben oluyorum
yaz sezgisi parmaklar, onlar var
denizi gösteren, yinelenen dudaklar,
(kadınım) çiçek gibi açıyor, sise
karşın sonsuzluğa çağırıyor bahçede,
biliyorum, sonsuzluk var, yoksulluk
var, yine bir ışıltıya koşuyor
parmakların akşam olmadan
ölüm de var kadınım, varoluşun sonu
sandığımız, sürüyor bizden sonra da
taşın uğultusu oysa, yazla gelen
kuşların ışığa kesen kırmızısı,
öyleyse yitirilen ne yalın sözlerden
başka?
Kadınlar VII
varoluş renklerin ayrımı değil mi? kuşun
götürdüğü çiçeğin rengi gökyüzü değil mi?
günün gümüş rengi değil mi sudaki
yansıma? akarsuda çamaşır yıkayan
kadınların gözbebeklerinin rengi
kat kat acının rengi değil mi?
kadınlar gün boyu bakarlar göğe
güneşe dönerler günebakanlar gibi
bağlıdırlar kuşun uçtuğu toprağa
sevgiyle ekerler, dik dururlar
her felakette, boyun eğmezler
umutsuzluğa, kadınlar gökkuşağıdır
ya gözyaşlarının rengi, düşgücünün,
yaşama sevincinin, şimşeğin
rengi var mıdır?
söyleyin, hüzünle çevrilmiş midir
kadınların yüzleri? ne vakit dinecek
acıları? ne vakit özgürce dolaşacaklar
caddelerimizde?
Kadınlar VIII
Sen ey Nisan! Ey güzel kadınım
benim! Aylar
seninle çalgılı
gökyüzü, sular menevişli. Ay gökte sini
gibi olduğunda
sokaklara, yazlık sinemalara gideriz.
Ellerimiz yabanıl,
soluğumuz sevecendir, damarlarımıza
dolan papatyalar
incelik, bilgelik verir akşamlarımıza.
Bize verilen günler
ağırdır, söz meta ve zehir olarak
geri döner
vücutlarımıza. Ruhlarımız arıdır yine de.
Ey, sonsuza dek
yanımızdan ayırmadığımız çiçek! Ey,
saçlarından
sürüklenen rüzgâr! Kim ayırabilir bizi? Asit,
metal, sessizlik
duvarı mı? Ey, duran saatler, bozguna
uğradığında insan,
biliyoruz, küllerinden doğar ve
kanatlanır.
Eriyen çocuk gülüşlerini
sıkıntılı varlığıma yasla!
Ölüm yakalayamaz
bizi! Dikişli yaraların kabuğu kalkar
kalkmaz yine
düğünlere gidelim! Yoksulluğumuzu
kutsayalım ki ürpertisi
olur sevgimizin, kır çiçekleri gibi.
Sen ey Nisan! Ey
güzel kadınım benim!
Kadınlar IX
günleri sayılı bir
ihtiyar mıyım?
bu kışı
çıkarabilecek miyim?
bu yıl seyrek yağdı
yağmur
çok az duydum cama
vuran
türküsünü,
görebilecek miyim
yazı, güneşli
günleri? lanetler
savurarak bu
hastalığa, yaşayabilecek miyim?
böyle bana yakın olmasan,
böyle
sevmesen
gözlerinin mavisiyle,
dokunup geçerim
camlara
kadınım, gölgesini
veren salkımsöğüt,
külrengi bulutlar,
deniz, tellerde
serçeler, ak
ellerin yetiyor, yaşama
gücü veriyor
çoğalan sevgin,
yağmurun kanatları
gibi genişliyor serinliğin
kadınım, pencereden
bakan göz,
bağışla beni,
veremedim sana hiçbir şey
hüzünden başka
sen yine mavi yak
nisana dek
gözlerinin ışığını
Kadınlar X
kadınlar birikmiş
acılarını yıkıyorlar
hamamda, zamanı
bölüyorlar
çiçek gibi açan
ağızları
özgürlüğün
güzelliği
kadınların kalpleri
teyelli denize
fırtınaya benziyor
öfkeleri
bağlanmaları gür
akan ırmak
boyun eğmez taş
kadınlara sevgim
yadsınmış çiçek
bulutlara takılmış
Yunus çiçeği
hakikatli çiçek
menekşeler gibi
onurlu ezgiler
geçer içinden
kadınlar hüzünlü
doruğumdur benim
Geldiler II
geldikleri son sapak uyanık su
geri dönüşsüz yollarda utangaç
kızları şal içindeydiler
varoluşun anlatımıydı duruşları
toprağı çapalar ekip biçerken
usul usul içlerine aktılar
onurlu bir bilgeliğin
geldiler
saatleri takıları yoktu
aşkın billûrundan geçtiler
esmerdiler, üzüm buğulu
gözleri vardı küçük kızlarının
toprakçıldı elleri
parmaklarının ucunda açtı
güller lâleler
geldiler, gamzeliydiler
aktı durdu parıltılarından su
aşktandır dediler
Çiçek kokan ağzı
yel
ile koşuda birinci seçilmiş rüzgâr
böyle
dedi deniz kıyısındaki nar ağacı
denizden
konuşuyoruz gölgesinde
koya
giren uykulu denizden
gül
ile koşuda sonuncu olmuş sümbül
böyle
dedi terastaki gecesefası
gülüyoruz,
bir kuş sesi bize katılıyor
bir
kırlangıç çok alçaktan uçuyor
dedim
ki nar ağacına, gecesefasına
güzeldir
nisan yağmuru üstümüze
başımıza yağınca, sığırcıkların
ansızın
inişi gibi ovaya
güzeldir
bir sevgilinin çiçek kokan ağzı
yağmurda
eğilirken yalın toprağa
Ürperti
sokağın soluk almadığını
kuşlardan
şaşırarak öğreniyorum berrak
bir gün
bir kırlangıç sürüsü ki
gölgeleri düşüyor akşamın
alacasına
hayır, sokağı değil sonsuzluğu
geçiyorum
güngörmüş bir kalple
farkında değil ne kuşlar
ne de sokağın yaşlı ağaçları
tenimde varoluş ürperişleri
yakamdan giren rüzgâr serinliği
soğutuyor terimi uzaklaşırken
yaşlı ağaçlar kuş gölgeleri
ahşap evlerden sessizliğe
geçiyorum
bakır bir ay doğuyor
tek tük ve tenha yıldızlar
sızıyor yavaş yavaş ruhuma
Sokağa taşan
sonsuzluğu geçen anılarımı
siliveren yağmur oluyor
geyikler oluyor, orman
oluyor ağaçların derin müziği
varoluşumdan umarsız yağmura
bakıyorum
kapı önünde siyah bir kedi
yağmura bakıyor
küçük bir kız pencereden
sokağa taşıyor
bundandır sokağın yağmur neşesi
ormanın müziği ağaçların buğusu
küçük bir kızın kıpkırmızı
sokağa bakışından
başka bir şey değil bu
yağmurda sırılsıklam ağaçlar
değil
geyikler oluyor sokağa inen
çocukluğumdan
Ölüm
yavaş yavaş yaklaşıyorum ölüme
Pars, apartman boşluklarında,
ara
sokaklarda bekliyor beni paslı
orağıyla,
sessizce götürecek ben yoksulu
Pars, usulca götürecek ben yoksulu,
fitili kısık lambaya dönecek
gözlerim,
kavaklara bakacağım, hiçbir şey
gelmeyecek
elimden, aşmaktan başka eşiği
bir ağaç altı mı olur, deniz
kıyısı mı,
bir odada tüy gibi uykuda mı,
kim bilir ne zaman gelecek
dağınık masamın başına?
Ağıt
katırlar katırlar ah katırlar
ah işte taşıyor ölülerimizi
ah işte orda doğunun doğusunda
kara gömülü ölülerimiz
kim verecek hesabını dökülen
kanın,
kar aydınlığında ölü gözlerin?
başuçlarında nergisler
nilüferler yok
üşüyor karda yatan ölülerimiz
yeri göğü yaralayan
kargışlarımız
ah işte çözülüyor dağ
doruklarında
kim verecek şimdi hesabını,
kuruyan göz pınarlarının?
katırlar katırlar ah katırlar
taşıyor kara gözlü ölülerimizi
ah işte büyüyüp gidiyor
acılarımız
günden güne bu coğrafyada
Gece,
yıldızlardan
gece yıldızlarını yakmış pırıl pırıl
yaz sıcağı iniyor denize
ağlarını onaran balıkçıların
fırtınalı hüzünleri ağlara takılıyor-
yalın yüzlerinde kapkara sakalları
gece, bengi su, kayan yıldız, düşen
iğne, kayalıklar, deniz,
saydam duygular sarmış beni
Sümerli bir ay parlatıyor pul pul
kıpırdayan denizi, fısıldıyor
kulağıma rüzgâr geceyi
yakın olmalı gezgin gök, Mezopotamya’da
geyikler aynı gök altında
Fırat’a iniyor
yürek gibi, taş gibi mavi
gecede ışımış her şey
gecede top fesleğen kokusu
boşluğa havlayan köpekler
boşaltılmış köyleri çağırıyor
Bozgun
bir
iç bozgunuyla karşılaştım
çıktığım
yolda denizden uzakta
kış
fırtınasının ortasında kaldım
yaban
kazlarının savrulduğu
burgaçlı
toz bulutunun ortasında
hörgüçlü
gecelerin ortasında
can
çekişen beygirlerin ortasında
umursamaz
fırtınanın tam ortasında
gördüm
boğazlanmıştı özgürlük
gördüm
bunalmıştı cezaevleri
gördüm
kartal bakışlı dağlar
toz
duman ortasında
bir
iç bozgunuyla karşılaştım
şaşırdım
kaldım seyirci halka
çiçek
tozlarına sarıldım
Berfo Ana
gece
uzun sürüyor Berfo Ana
kapıyı
açık tut, yüreğini
derelerin
fısıltılarına aç
bugün
tasanda değişen bir şey yok
“ey
oğul, gücün mü tükendi cellâtların
elinde,
nereye savurdular kemiklerini?”
gece
uzun sürüyor yarın cumartesi
İçerenköy’den
Galatasaray Meydanı’na
hava
soğuk, şubatın mavi rengi
Cumartesi
Anneleri’nin yüzünde
“ey
oğul, ölürsem kemiklerin bulunmadan
gömmeyin
beni de”
ah
Berfo Ana, ölçtün ve tarttın
bedeninde
adaleti, boş, yeğin.
geçemediler,
geçemeyecekler direncini
böylesine
bağlayıcı yüksek ateşin
Hepsi o kadar
nefes
alan testiler gördüm Göreme’de
taşıl
yontular, toprakçıl kuşlar
uyuklayan
taşlar öğle güneşinde
bulutsuz
havada süzülerek uçan
kuşlar
ki geçiyorlardı zamanı
ben
de uçabilsem ürkünç kayalıklara
ırmak
ağızlarına, kazlara, ördüklere,
kuğulara
doğru Kızılırmak kıyılarında
sazlıklar
olur balığı olur
kayısı
ağaçları bir dolu dutlar
çocukluğumu
hatırlatır ot yüklü
arabalar
St.
John Perse’in düzyazı şiirlerini
okudum
Kızılırmak kıyısında
gecenin
bir yarısı ay ışığında
doludizgin
akıyordu dizeleri
kırların
üstünde akan yıldızlar
gibi
uyandır
beni doğa sımsıcak sar
hepsi
o kadar
Kırmızı gagalı kuş
gün
ortası elma kırmızısı
gagalı
bir kuş konuyor
çiçeğe
duran limon ağacına
yalın
toprağa bakıyor kuş
tüyleri
parlak gözleri buğulu
yıldızlar
gibi kokuyor
aşıp
gelmiş mevsimlerin acısından
bir
rüzgâr kuşu o
Bir duvarın dibinde
bir
duvarın dibinde, gölgelikte
mendil
bağladım boynuma, ter
yürüyor
alnımdan, terliyor
meydan
saati, çay içen adamlar
ah
Toroslar, şimdi orada olsam
ağır
ağır giden ineklerin
büyüyen
gözlerine baksam
yavaşlar
hayat, vedalaşırım sıcakla
temmuzdu
ağustostu bir hüzündür
Mersin,
günümü karartan sıcak
terletiyor
sevdiğim kadını
bir
duvarın dibinde terini
siliyorum, çayırları biçmişler
ot
kokuyor hava, koparıyor
bu
koku baygın bakışlardan
Ayrılığı yaşadım
üzgünüm,
bu neyin ayrılığı, suyun
tuzdan,
kıyının denizden, ağacın
yapraktan,
taşın kumdan, sümbülün
gülden
ayrılığı mı?
yaşadım
onca acıyı yirminci yüzyılda,
deniz
geçen rüzgâr oldum
toz
oldum cezaevi demir kapılarına
kül
oldum toplama kamplarında
bu
neyin ayrılığı?
baktım
çoklarının yüzü bun
işkencede
öldürülmüş oğulları
kızları,
görülür bir şey
ülke
yıkılmış duvar
yaşadım
uzun süre kör karanlıkta
Susmasını bilen
unutulan şey,
yukarıda, bir dizi akasya, geceler
boyu yüreğimde
akasyadan geçen
bakışlar denize
göz atıyor, durgun
mu dalgalı mı
kalbim gibi, tuza,
kuma, rüzgâra
bulanmış, kırmızı
bir yıldıza
karışmış, iskeleye
konan boz kuş
gibi özgür
unutulan bir şey
bir çift ağız
biri annemin biri
sevdiğimin
ayazda kalmış yürek
daralan dünyanın
söylediği türkü
yalın toprağındır
toprağındır terli
beden
yuvarlanıp gidiyor
üstünde nice şafak
nice günbatımı ölümsüzdür
boynuma geçen
çelenk
şiir, susmasını
bilen
yansımıştır
yüreğime gün ışığı
bundan sonrası
ölümsüzlük
Göl, uzaklarda
yüzerek uzaklaşıyor
kuğular
biçim veriyorlar
göle
biçimini alıyorlar
suyun düzlüğünün
güneşi ısıtan
suyun, kalpten kalbe
akan suyun,
sessizliği süren suyun
kayadan bir şey
koparamıyor rüzgâr
öğleden sonra
çıkıyor, ürperiyor göl,
erik ağaçları
tedirgin
yapraklar ah
yapraklar
kıvrılıp bükülüyor
kalbimde
gölden ayrılık
yıkıyor kıyıyı
dizboyu otlar
görüyor
göl geçiyor
üstünden ağustos ışığının,
söz, oraya
koyuyorum, kimseler
almıyor, otların
sesinden başka
göl, uzaklarda
kalıyor
yiten parıltılı
çizgilerde
Sarnıç
çocukluğuma dolan
sarnıç
övsem yeridir tadını, çevrendeki
serçeleri, otları,
rüzgâr savan serinliğini
gece gündüz
uğultunu
değil mi çocukluğun
bisiklet hevesi,
ilk sevgili,
istasyon buluşmaları,
deniz, kocaman
gözlü o kız
doldu sarnıca,
birikti anılar
beni sefil bi şair
yap
soy çocukluğumdan,
saflığımdan
çöz ey belleğin
dolan sarnıcı –
körlerin
güzelliğindeyim
bilge bir taşa
döndü başım
taşıyorum diriliği
gelecek yaza
Olta
hilal biçiminde bir
varlık
oltama takılan
balık değil-
kuşlar havada fır
dönüyor
rüzgâr hafif,
bulutlar beyaz
uzaklıkların
işareti kıpır kıpır
bir bulut,
uzaklıkları yakınlaştıran
bir uçak geçiyor
içinden
buradan görüyorum,
kayalıklardan
ya kısmet deyip
oltayı atıyorum
çiçek biçiminde bir
şey
çıkıyor, ışıklı,
parlak tüylü
adı nedir
bilmediğim
olta, çınlayan
iğne, seğiren el
sığ suda
Göz
masa örtüsü açık
kalem lekesi
kâğıtlar boş,
yazılmayı bekliyor
kuş, ırmak, deniz,
kadınlar,
midye kabuğu,
gökyüzü,
balığı ağacıyla
dünya
uzaktan şafak
kırmızısı horoz
ötüyor, gün beyaz
gelinliğini
giyiniyor köşe
bucak dulda-
yazılmayı bekliyor
derin göz
masam dağınık, pan,
pars, panik
sözcüklerini
yazıyorum bir kâğıda
gün ışıyor
pencerede
yeşil yıldız
yitiyor
derin göz geziniyor
odanın içinde,
bekliyorum, esin
perisini değil,
uykudan uyanışını
tekir kedinin
Ölüm ve papatyalar
kim biliyordu
papatyaları çok
sevdiğimi? bi dolu
papatya
getirdiler
hastanedeki odama
taşıdılar göğü,
kırı, ırmakları
serçe sürülerini
böylece
iyilik, hep odur
mavi aydınlığı
denizin, duraksar
düşünürüm
bir salyangozun
ömrünü bile
kimselerin umurunda
olmasa da
ölünce papatyaları
göremem,
ah o kavakları, o
kavakları
hep onlardır acımı
dindiren
yuvarlanan
yıldızlar, takımyıldızı
odamdadır
geldi, geldi işte
yokluyor Pars
ah papatyalar,
papatyalar
Gel
haydi gel, zamanı
koy güllerin arasına,
mutluluğu, kuş seslerini
gel artık
işkenceden, çekiçle dövülen
düşünceden,
köpeklerin saldırısından
kurtul da gel hep
birlikte söylemek için
ezilenlerin
türküsünü
haydi gel,
tepelenmiş, horlanmış,
ürkmüş, köyün
yakılmış, kalmamış
olsa da bir dulda
yer, gel
mavi göller, ırmaklar,
güzül
yapraklar üzerinden
haydi gel, koy
mutsuzluğu bir yana,
yaz geliyor,
menekşeler çağırıyor,
inekler dönüyor
ağıla,
düşlerimden
çıkmıyorsun ey oğul
gölgeler gölgelere
akarken gel
Yağmurun uykusuyum
‘Uyuduk mu eşit
oluruz’ dedi koca
şair, ‘ölünce de
eşit oluruz’
dedim ben, gece
gündüz yağmur
yağıyor, kuş
kanadının değdiği
zamandayız,
belleğimde durmadan
havlayan köpekler,
yağmur altında
soluk güller
yitiyor, gözüpek bir kuş
ıslanmış bakıyor,
kırlangıç
zamansız uçuyor
anılardan başka
neyim ben-
yağmurun uykusuyum,
eşit
değilim uçarılıkta
denize inen atlarla
ne yağmur
başlamadan önce ne
sonra, yakınım
toprağın yemişlerine,
ağaçlara, ölüme, bu
belli değil mi
soluk soluğa
yaşadığımdan
Geldiler III
geldiler
atalarının
kemikleri başka topraklarda
kalanlar, uçup
gitmişti
yüzlerinden
mutluluk
geldiler, yurdu
için sevgisi kanayanlar-
susmuşlardı
ölülerini gömerken
omuzları göçmüştü,
yıkıktılar
geldiler denizden
ve karadan
acı çeken yüreklerini
teyellediler
ağaca kuşa yalın
toprağa
geride bıraktılar
üzümün narın
incirin yurdunu
geldiler
aşk benim ülkemdir
dediler
Aşk
mavi bir kısrak koşuyor ruhumda
uçan bir mutluluktur bu
mavi bir tilki koşuyor ovada
soluğu şubat soğuğudur
koruluğa sapıyor kurnaz
karaltısı
sekerek taştan taşa
mutluluktur kalbimin ağrısı
bile
güzel bir günün tam ortasında
kiraz yangını dudaklı
bir genç kızı düşler gibi
koşuyor hâlâ mavi bir kısrak
çılgın ruhumda
Aşk II
yitirdiğim mutluluğu buldum
beyaz atın denize koşuşunda
şafağın buğusu uçuyordu
dün atın terkisinde
yenik düştüm gülün çevresinde
dağıldım aşkı buldum
saf, arı ipeğe dokununca
sevincim uçtu teninin kokusunda
beyaz atın denize koşuşunda
kaldım ben de nefes nefese
tanelendi akçıl sevincim
denize kavuşan ırmak oldum
çilek kokulu ağzını buldum
dündü, ağzı ağzıma doldu
tanelendi utanç yüzünde
beyaz bir at oldu soluğum
Aşk III
gecenin kırmızısı yıldızlardan
değil
saçlarından, iri damarlı
yapraklardan
unutulan şey taş, kum, çakıl
ayaklarımızın altında, kıyıda
sarıyor seni ağaç, sessiz doğa
aşk diyorum bu uzaklaşan taş,
yakınlaşan ülke, kırmızılaşan
gece
senin saatlerin oluyor dünya
benim daldığım orman
aşk diyorum bu bendeki aşk
kır yoksulu orman gürlüğü
buradan bakınca on yıldır
sürüyor iç kanama
gecenin çın çın sessizliği
kırmızı
karanlık çiçeğini aralıyorum
bağışlanmaz yanlışlar yapıyorum
Aşk IV
bir gün anlıyor insan
kar taneleriyle yıkanmış yüzün,
yumuşacık saçın, evin
çevresindeki
bir dizi kavağın kıymetini
ah, damarlarımdan akıyor
kıpırtısı
dünyanın, gürültüsü kuşların,
sokaklar sokaklar ah sokaklar
anımsıyor kar taneleriyle
yıkanmış
yüzünü
nasıl da sıkıca bağlanmıştım
uçuşan karların, kar gibi
parlayan gözlerin ışığına
korkuyu yatıştıran, kumu taşı
uyandıran
ah işte batıyor kayığım,
göl uzalaşıyor evin çevresinden
artık yoksun ya yanımda
paramparçadır kayığım
Aşk V
dikenli telden havalanan
kanatları
görünce ne çok istiyorum uçmayı
denizin ormanların göllerin
üstünden –
ah kalbim, akraba bütün kuşlara
yaz aşkı değil bu
gözlerine papatyalar dolduran
yaz,
seviyorum seni, ekmeğe düşkün
bir çocuk gibi, yasaklarla
sarılmışken
çevremiz gözüpeklik bu belki
bakışlarında buğulanan umutsuz
hüzün
bu sevda uçuruyor beni
fırtınayla konuşan derelerin
üstünden,
sözlerin ki kulaklarımda yaz
çınıltısı
kamışların içinden geçiyor
rüzgârla
aşk bu, varoluşun kırılgan sesi
saran sarmalayan iyileştiren
içinde uçtuğum rüzgâr
yaz toprağının dirimi sanki
Aşk VI
Aşk VI
zamanıdır
kiraz çiçeklerinin
artık
yerleşecektir bakışlarına yaz
taşı
suyu denizi menekşeyi
taşıyacaktır
göz pınarlarına
benim
bir yanım göçük sevdadan
zamanıdır
yarım sevinçleri uçurmanın
düş
kurmanın sen olurken ben
midye
kabuğunda
ey
suskunluğumun rengi, ey yiten
çıdamın
iğnesi, zamanıdır aşkı
buğday
ile ölçmenin
işte
kıyısındayım yine ince
sevdanın,
yollar kapanmış kardan
zamanıdır
yitmediğini görmenin
umudun
parıltısını kara gözlerinde
Aşk
VII
gece,
taşın hilaline ay ışığı
düşüyor,
deniz sayısız balığıyla,
kavaklar
rüzgârıyla tanık
yittiğine
kum tanesi bedenin
ah
sevgilim, bedenin kufi yazı,
yüzün
zarif bir hat, geceler
geceler
boyunca onarıyor
dikiş
yerlerinden kanayan hüznümü
içine
gömülüyor kör gece
çok
yakın bir korunun-
kökleriyle
suya iniyor ağaç
baka
baka teras çiçeklerine
cam
ve ipek, şal ve baharat
getiriyor
gece yarısı küçük dayım
Mardin
işi, güleç yüzü aydınlanıyor
göz
alıcı gümüş gecenin
dikey
ve yatay sevgim, gece,
soyunup
uzanıyor yanına sessizce
Aşk
VIII
uzanan
parmaklarındır sevgilim
ekime
hazır toprağa gül dikmeye
zeytin
portakal ağacı limon-
senin
adındır ilkbahar
sürüp
gidiyor günlerin sabanı
güneşin
orağı, sözün öngörüsü
ben
yoksulun dilinde, garip,
toza
dönmüş elim yüzüm
sensin
gök gürültüsünün yengisi,
uçurumun
öfkesi, bir bulut gibi hüznün,
taş
toz çiçek, acı rüzgâr
durmadan
çoğalıyor yüzünde
ne
söylesem güzellik huyundur
sürüp
gidiyor kiraz dalı inceliğinde
pencereye
tırmanıyor
yağmur
damlası bakışın
Aşk
IX
sayısız
yıldızların aydınlattığı
bu
gece ağzın ağzıma doluyor
kırmızı
fener gibi ay görüyor
ıslak
kuyuya dolan özsuyu
bu
gece dağınık saçların orman
kuyun
koygun su
ey
sevgili, fırlıyor orandan
azgın
bir hayvan
umarsız
içgüdün ten yanığı
görücüye
çıkmış arslan
haz
çubuğuyla açılıyor
dörtnala
giden zaman
gecenin
gümüşü aşktandır
sımsıcak,
terli, böyle kirli
uzanıyorum
yanına, gömüyorum
bir
kere daha kına kılıcı
Aşk
X
suda
kendini seyreden bir kuş,
yapraklarla
sarmaş dolaş rüzgâr,
çiçek
açan taş, sevda sözleri
söyleyen
yürek pencere camının
gerisinde
damda
güvercin sesleri, rüzgârgülü,
dip
odada kışlık kavun kokusu,
masada
sehpada ince ince iğne
oyaları,
elinin değmediği eşya yok
düşünü
kuruyorum yeni bir dünyanın
sade
yalın aydınlık
hastaneden
yeni çıkmışım
iyileştirilmiş
kanser hücrem
tel
gözlüğümü çıkarıp bakıyorum
camdan,
dışarıda çıplak taşlar-
telefonum
çalıyor sıcak
bir
mevsim gibi rengarenk
Aşk XI
çalışıyorum
işte seni ezberlemeye
topuklarımdan
parmaklarından
bozkır
türküsü ağzından-
sen
yıldızları sayıyorum san
sen
yıktığım bir duvar san
Ceyhan
suyu say içine akanı
ne
yap yap say
gece
bir bir yıldızları
içine
dökülürken cansuyu
buğday
öğüten su değirmeni say beni
beni
çekiç yap, beni yay
boşluğundayım
rüzgârın
gece,
saatler, toprak dam serin
gece,
soyunuyor yıldızlardan
göz
ve ağız oluyoruz
uçuyoruz
içinde gözlerimizin
Aşk XII
bir
fincan mırra anımsatır Mardin’i
şal
ipek cam kesme taş
dört
dil avlularda eyvanlarda
konuşulan
rüzgârla yarışan at
telkari
bir türküdür Sarı Gelin
dört
dilde söylenir
damlarında
güvercinlerin uçtuğu
bir
yol aradığı göklerde
aşktır
bu kentte dudaklarda
tanelenen
dua
kıpır
kıpırdır uzaklıklar
gözler
birleştirir kör duyguları
alıp
verdiğimiz bir şeydir
dört
dilde söylenir, aşktır
gülün
delik deşik kokusu
aşktır
bir arada yaşama görgüsü
taşın
çıdamı toprağın ağzı
ışıklarla
aydınlanan ağaç
yazla
gelen kuş
Aşk
XIII
Naz’a
yağmurun
bütün gün tanelenen sevinci
avluda,
az ötedeki bahçede
kuşlar
dal değiştiriyor-
zaman
nerede göremiyorum
artık
uzun uzun bakabiliyorum
gölgeli
gözlerine kapı aralığında
zamanı
unutmuş olmalıyım
yalnızca
ölüm aklımda
artık
erince gömülüyorum
aşktandır
diyorlar, ağaçların
denize
yürüdüğünü görüyorum
eskiden
otlar da yürürdü diyorlar
ah
aşk, yitiveren yağmurun sesi
içimde
ve dünyanın kalbinde
nefes
nefese sevişmekten biliyorum
aşk,
zamana yazdığım dizelerde
Aşk XIV
deniz,
sayısız parıltı üzerinde
incir
ağacının gölgesinde sen,
denizde
balık uykulu, gezer
durur
dibinde çırılçıplak,
yitirmiş
güneşi
bunlar
doğanın devinimi,
toprakta
yel, soda parıltı
ilkyaz
rüzgârı kovalar
saçlarında
kat
kat çiçek, güller beyaz,
serçeler
inen ağaç, birden yağmur
ince
ince yağan ağaca kuşa-
taşırız
yağmuru eve
denize
yakın oturuyoruz, uyanık
düş
kurarız seninle
türkü
söyleriz uzaklıklara
sümbül
soğanı dikeriz yan yana
ey
sevgili, ışık köpüğüsün sen,
devinimlerin
ağır gölge
acı
yıllardan geçen bedenin
kanatlanır,
yıldız uçar üstünde
Aşk XV
taş
kumul deniz kabukları
ağır
değildir taşırız bahçeye
senin
kalbindir üşür
rüzgârın
gölgesinde
hafif
bir çiçek, beyaz, sallanır
hafif
rüzgârla, uyanır kalbin
yaz
hamağında, kıpırdar
parlar
salyangozun izi
yitirilen
yıllardır acı senin
gözünde,
eskir, gazel olur yaprak,
savrulur
kalbinde
taşırız
acıyı kalbindir diye
yakalamak
için kovalarız rüzgârı
aşktır
kayıp giden elimizden
bir
kuş sesiyle uyanır
içimizde
yeniden
Aşk XVI
göçüp
giden çakıl taşları değil
denize
fırlat dipte kalır
bitmiş
olmaz doğanın serüveni
süregider
bir dolu şey
mevsimler
değişmiş olsa da
durmadan
biçimlenir senin sevdan
acılar
uğrasa da solgun yüzüne
güneş
batar ay doğar
incirler
olgunlaşır
otlar
büyür patikalarda
dünyanın
gürültüsüne
ormanın
müziğine kulak kesilir
bir
geyik, ölen bir başka geyiğe karşıt
Toroslar
yörüktür yine
denize
karşı sonsuzluğa çalışır
muştulamak
ister ölümsüzlüğü
Misis
köprüsünde Lokman Hekim-
bilirim
Akdeniz insanı tepeden
tırnağa
aşktır, usulca içine kıvrılır
bozlaklarla
beslenen hüznü
sıcak,
yaralanmış, yürürüz seninle
Mersin
çarşılarında
kırmızı
bir aşkla
Geldiler III
geldiler
atalarının
kemikleri başka topraklarda
kalanlar, uçup
gitmişti
yüzlerinden
mutluluk
geldiler, yurdu
için sevgisi kanayanlar-
susmuşlardı
ölülerini gömerken
omuzları göçmüştü,
yıkıktılar
geldiler denizden
ve karadan
acı çeken
yüreklerini teyellediler
ağaca kuşa yalın
toprağa
geride bıraktılar
üzümün narın
incirin yurdunu
geldiler
aşk benim ülkemdir
dediler
Aşk XVII
bugün
deliye dönen deniz
yaprak
yaprak dökülen hayatıma benziyor
telin
üstünde bir cambazım
dengelemeye
çalışıyorum taşan sevdamı
türküsünü
söylüyorum çiçek açan ağacın
gelinciğin
buğdayın
dışarıda
bin dalda bin kuş cıvıltısı
güç
katıyor yalın türkülerime
ah,
nasıl da acemisiyim
bana
çığlığını veren senin
Aşk XVIII
artık
çalılıkta şakıyan kuşlar değil
seni
sağaltan şiirler şiirler
bütün
dillerde dolaşan
sözdür
sevda taşkını olan
dolaşır
ağızdan ağza dünyayı
yıkıma
uğramasın diye insan
Aşk XIX
ah, ne çok
üzdüm ne çok
incittim
seni sevgili, şimdi
neredesin,
ne yana düşüyor yolun?
bir adada
deniz aşırı yerde misin?
benim için
‘çılgındı’ diyecekler
‘bilmedi
kıymetini, boğuldu kitapların
içinde gürül
gürül akarken hayat
küçük bir
ada sandı kendini’
ah sevgili,
savunmuyorum kendimi,
bir yokuştum
ben sana
yoruldun,
tutamadın yalnızlığımın
içinden
geçen rüzgârı, kavruldun
ah sevgili,
ne kadar çok özledim
seni,
dışarıda yağmur yağıyor,
içimde
sürüyor çınıltılı sesin-
neredesin
neredesin neredesin?
Aşk XX
parıltın
yalnız aynada değil,
yatakta
uykuda, kuşlarını salan
ağaçlarda,
bahçede, havuzda,
şarap
rengi güneşe tuttuğun yüzünde
mutfağa
giriyoruz ya yanyana
bu
sendeki çiçek açma zamanı
bende
sevinç patlaması
unutuyorum
bir an varoluş nedenimi
her
an değişiyorsun, akan, çağlayan
sesin
yürek kabuğunda, işte
uyup
güzelliğinin sesine
ikiyken
bir oluyoruz pencereden uzakta
ağızsa
ölümsüz şarkılar söylüyor
mutfakta,
düşerken kırmızı bir güneş
çaydanlığa,
böylece öğreniyorum
eski
sevdaları şarkılardan
Aşk XXI
ah
sevgili, bu dünya bu hayat
için
ne demeli? sadece acı
veriyor
dil bile hatta, kirpikler,
yarım
güneşin varoluşu üzüyor yüreğimi
bilmiyorum,
gidebileceğim uca kadar
gittim,
bulamadım acı vermeyen
bir
ülke, hatta beyaz atlar
umar
arayan izler bıraktılar
ah
sevgili, üzdüm, acı verdim
hep
sana, döne döne yazdıklarım,
biliyorum
dönüşüyor mavi
bir
aleve, bağışla, tek sapağım
tek
güzergâhımsın benim
küçümsenemez
bir yol aldık gene de
acıyı
göğüslemede ey sevgili
yüzümüzde
akarsuyun eli
ağzımızda
kırların soluğu
Aşk XXII
hepten
uçucu rüzgârda saçların
hadi
beni bozguna uğrat saçlarından
fark
edeyim bedeninin yuvalarını
savur
beni terlet
hepten
sevici gözler, dudakların
kıvrımında
öpüşlerin kırmızı
hadi
yıkalım bütün kuralları
koy
bir kenara kırgınlıkları
hadi
beni bozguna uğrat, sar sımsıcak,
kıvrıl,
bükül, yor ağırlığınla,
kuyuya
sarkıt bedenimi
yer
kalmadı dünyada kuyudan başka
Aşk XXIII
dört
şimşek çaktı yüzün aydınlandı
mavi
bir geyik oldu gece
ağaçlar
devrildi dışarıda
ağzın
ağzımı buldu
parmakların
kıpır kıpırdı, dolandı
saçlarımda,
uzandık çırılçıplak
yer
yatağına
ellerin
beyazdı, ince parmaklarından
bir
ırmak aktı, soluğun taze havaydı
soluğuma
karışıp iz bıraktı
fırtınaya
dönerken dışarıda hava
dışarıda
yağmura dönerken hava
kül
olup uçtu heves içeride
senin
dünya kaygın içinde kaldı
benimse
sürülerim başkaldırdı
önce
dört şimşek çaktı kırmızı
sonra
olan oldu, yaktım bir sigara
Aşk XXIV
senin
kalbindir güz yaprağı
güneş
yanığı çömlek, testilere
dolan
su, berrak saf, öyküsü
olan
su
çıkıp
geliyorsun bahçemize
bir
su akar akar akarken sümbüllere
kalbindir
akan yeryüzüne
uzak
yıldızları çağrıştıran
kalbindir
ey sevgili, ey çalan
saat,
ey sessizliği bölen çiçek,
ey
yaşama çığlığı, ey başeğmez
derin
sümbül
özenle
katladığım kâğıt kalbindir
gülleri
yazdım yelleri buğdayları
kalbindir
diye, büyük olsun,
aşkolsun diye bu saf ilişki
aşkolsun diye bu saf ilişki
Aşk XXV
bana
çiçek gönderme, dargınım
belli
değil mi bu yağmurda
gözlerimi
kaçırışımdan, ayrılığı
yüreğime
kazıyışımdan
unutmuşsun
demek kırıcı
sözler
edişini. off çekişini
öğrenince
çoban yıldızı düşüncelerimi
aşka
devrime sonsuzluğa ilişkin
unutmuş
olmalısın kırlangıçların
uçuşunu,
kapı diplerinde uyuklayan
kedileri,
çok sürmez alışırsın
denizin
farkına varmadan yaşamaya
bana
kırlangıcım deme, telefon
açma,
böylesi daha iyi
tam
tamına sevmedikten sonra
neye
yarar sevda şiirleri?
Aşk XXVI
hey, benim çocuksu
mızıkçı sevgilim
kalbin bir kedinin
kalbidir
saçların bulutlu
gök, muzip
dudaklarının
kıvrımında her söz
soyunup soyunup geliyorsun
her gece
sabahları
kahvaltıda poğaça çay
her zaman
şaşırtıyorsun
gecelerimin mavi
tilkisi
hey, içinde
kaybolduğum gözler
korsan eyleminde
sokaklarda
reddediyoruz bize
verilen hayatı
salak güneş böyle
doğmamalı
bildiğim bütün
şarkıları unutuyorum
elini tutunca çarşı
pazar
hep söylüyorum
gözlerinin sıcak tılsımı
mutsuzluğuma kardeş
Aşk XXVII
sevgilim, gidiyoruz
bir yanı deniz
bir yanı yeşil dağ
Ordu’ya
yanına birkaç kitap
al
belki okurum
dostlara şiirlerimden
sevgilim ayakların
serçe sekişi
bir güvercin
sokuluşu göğsün
yaz gökleri gibisin
başını yasla
omzuma, elimi
tut, gidiyoruz
yeşil tepelere
sevgilim, dönüyoruz
Azer Yaran’a
Türkçenin soylu
doruğuna
bugün Azer Yaran’ız
ikimiz
çiçekler koyalım
mezarına
sevgilim, biçim
veriyoruz hayata
anahtarı bizde
denizin, haydi
gidiyoruz çelenkler
güller arasında-
bir şölen seninle
olmak
Aşk XXVIII
aşkın
gölgesinde kaldım ey sevgili
yok
esenliğim senden başka
ama
var derin gözlerinin
etkisi
şu serseri hayatımda
bozguna
uğradım yenildim bedenine
indim
en derine damla damla
kaç
kere uçtum gözlerinin içinde
yorulup
uzandım yanına
toza
bulandı gövdem ey sevgili-
senden
aldım aşkın rengini, kırmızı
bir
daha kırmızı bir daha
onu
en taşkın yanına koydum
Aşk XXIX
senin
gülüşünde bile bir hüzün var
yıldırım
düşmüş bir ağacın hüznü
kırılan
dal, kopan tel hüznü
ansızın
ayrılanların nedensiz hüznü
bu
sendeki türkülerimizin hüznü
duran
bir saatin hüznü
tek
başına dans eden balerinin hüznü
uçmaya
hazır parmaklarının üstünde
derelere,
denizlere, gök yığınaklarının tepesine
uçan
bir yürek olsan da faydasız
silinmiyor
dudaklarının kıvrımından hüzün
yüzündeki
köpük köpük hüzün
dokunduğun
nesneler hüzün
sarıldığın
ağaçlar hüzün
göz
eriminden uçan kuşlar hüzün
Aşk XXX
otuzuncu
aşk şiiri, otuz kuş olup gitmiş
çın çın öten göğe
sensin
durmadan arayan alemin gizemini
sensin,
sana dönüyor otuz kuş
sensin,
denizlerin soluğu
sensin,
küllerinden doğan kurtuluş
ah
aşk, lale soğanı, kokulu otlar,
türlü
kuşlar, öküzün gözü, körlerin
duası,
ırmaklar, gökgürültüsü
varıyor
hepsi varoluşun eşiğine
ah
aşk, gördüm seni genç bir
kızın
uçuşan eteklerinde,
doğan
güneşin savrulan çekiçlerinde,
kavakların
hışırtısında, tepelerde
yürekten
yüreğe varıyor
senin
kocaman gözün
sensin
otuz kuş, gördüm
sana
kimse benzemiyor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder