21 Aralık 2008 Pazar

Dolunay


20 Aralık 2008 Cumartesi

7 Aralık 2008 Pazar

Viktor Pasmore - Point of Contact (III)

28 Kasım 2008 Cuma

Emel Güz'ün Ahmet Ada Portresi


  • Şair Portreleri:
    Ahmet Ada

    EMEL GÜZ

    Ben çürüyen aşkların kederiyim
    Yolu yok kederden çürüyorum
    Azar azar çürüyor taş ve deniz
    O yüzden yan yana getiriyorum
    Taştan ağaçtan camdan sözcükleri

    Erciyes en güzel Ahmet Ada’nın evin balkonundan görünürdü. 1980’ler…Kayseri…Edebiyatın genç ve ateşli nabzı…O yıllarda bütün dergilerin sayfaları sarıydı…

    Çocukluğumun en sakin görüntüsüdür Ahmet Ada. Gürültüsüz ama hızlı konuşmasıyla, mahcup yüz ifadesiyle, üzgün bakışlarıyla hatırlarım onu. Sanki hep bir derdi vardır da anlatmaz, yazacağı şiirlere saklar. Birlikte geçirdiğimiz zamanların olanca keyfinin içinde iç burkan bir görüntüdür hep Ahmet Ada.

    Onun ne kadar ürkek bakışları varsa, bir o kadar cesurdu bakışları eşi Şerifnaz ablanın. Onun ne kadar hüzünlü duruşu varsa Şerifnaz abla o kadar hayat doluydu. Bir de annesi vardı Ahmet Ada’nın güler yüzlü, konuşkan… Ailece onlara oturmaya gittiğimizde sıra hiç şaşmaz; önce hep birlikte muhabbet edilir, Şerifnaz abla hemen bir sofra hazırlar, yemekler yenir, konuşulur, gülüşülürdü. Vakit biraz geçince Ahmet Ada ve babam, evin balkonuna çıkar ve şiir konuşmaya başlarlardı. Edebiyat ortamından, yeni yazdıkları şiirlerden, hayattan konuşurlardı. Çok geçmez ben de balkona çıkardım. Ama benim için balkonun anlamı daha çok, bütün görkemiyle görünen Erciyes’i seyredebilmekti. Derken ay bütün ışığıyla gecemizi aydınlatır ve o güzelliğin fonunda onun ve babamın sesi bana daha bir büyülü gelirdi. Ahmet Ada, daha o zamanlardan incinmiş biriydi.

    Bu kuşağın acıları çok başkadır. Ben hiç tüp kuyruğuna girmedim. Kahve içmek hiç lüks olmadı benim için. Şiirlerimde dünya görüşüm bu kuşağınki kadar acılı ve belirgin olarak dile gelmedi. Kalbim bu kuşağınki kadar belki de hiç atmadı. Dünya görüşümdeki ütopya bu kuşağınki kadar acıtmadı kalbimi. Çünkü bu kuşak şairlerin ideolojilerinde bir buluşma vardı. Ahmet Ada’nın babamla olan sohbetlerinde hiç eksik olmazdı ekonomi ve dünya meseleleri. Acı ve kaygı hiç eksik olmazdı. Şiirden söz ederken bile sanki dünyayı kurtaracaklarmış gibi bir heyecana bürünürler, bir süre sonra da bütün acılarını unuturlardı. Ahmet Ada, uzun bir şiirdi. Hayatı sessiz bir kederle örülmüş bir şiir. Düşünüyorum da bugün edebiyatın belki de en büyük sorunsalı, şairlerin dünya görüşünde bir buluşma olmayışı.

    Hayat Ahmet Ada şiirinin sözlüğü gibidir. Hayatın içindeki hemen her şey yer bulur kendine onun şiirlerinde. Aşktan ayrılığa, müzikten kediye, ağaçtan yağmura, çekiçten işçiye, yüzükten şapkaya her nesne girmiştir şiirine. Algı penceresinden geçen hemen her şeyi şiirleştirmeyi bilmiş, “beni mi sordunuz söyleyeyim / bırakılmış biriyim huzurevine” dizesini yazacak kadar kanamış ve kanatmıştır. Bugün artık düşünmediğimiz pek çok şeyi bize yeniden düşündüren bir şiirdir onun şiiri. Dışarıya bakmanın, soluk almanın, görmenin ve öğrenmenin şiiridir. Onu okudukça duygusunu ve çağrışımlarını unuttuğu ne kadar çok sözcük olduğunun farkına varır insan. Sözcükleri unutmak tehlikelidir. Çünkü onları unutmak bazı duyarlıkları da unutmaktır.

    Şiiri kendine benzer, derdi şiirine benzer Ahmet Ada’nın. O sarı badanalı evde, Kayseri’de, daha küçük bir çocuktum onu dinlerken. Ne büyüktü o ev… Ne sonsuzdu sözcükler… Ne bitmez bir akşam vaktiydi içinde şair olduğumuz… Şimdi düşünüyorum da onun yoldaşı şiirdi.

    Hep inandı, hep anlattı, hep bekledi…
    Ama gelmedi dünyaya adı Devrim olan çocuk.


    Sincan İstasyonu, Aralık 2008, Sayı: 16, Sayfa: 9


27 Kasım 2008 Perşembe

16 Kasım 2008 Pazar

1 Temmuz 2008 Salı

21 Haziran 2008 Cumartesi

13 Haziran 2008 Cuma

PATHOS

Ahmet Ada

Poetik onarımlar.- Şiire ait terim ve kavramların doğru ve yerinde kullanılması için Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü (TDK, 1980) ve öteki sözlüklere bakmak gereğini duyarım. Yanlış kullanımların ne tür anlamsal karmaşaya yol açtığını bildiğimden, titizlenirim. Söylem, Üstdil, Artlama Şiir, Aşkınlık, Nesnel Bağlılaşık gibi kavramlaştırmaların doğru ve yerinde kullanılması, inceleme ve çözümleme konusu yapılan metinlerin açımlanmasını sağlar. Bu yüzden, bu kavramları açımlayan yazılara yeniden bakarım. Çünkü, şairlerin, gerek şiire ait gerekse öteki disiplinlerden ödünç alınan terim ve kavramları yanlış kullanmaları anlamsal komikliklere yol açmaktadır. En yeni örnek şöyle bir tümce: “Bugün modern imgenin (abç) belli bir kalıba sığamayacağını düşünenlerdenim.” (1) Söyleyen bir şair olduğuna göre, herhalde yazınsal imge söz konusu ediliyor. Yazınsal imge en basit tanımıyla, “en azından birisi somut olmak üzere iki sözcük (terim) arasında yapılan örnekseme (analoji) yoluyla” üretilen şeydir. (2) İmgenin ‘modern’ ya da ‘klasik’ olarak nitelendirilmesi yanlış. Klasik şiirde de modern şiirde de söz sanatları İmge başlığı altında toplanır. Değişmece, Benzetme, Eğretileme İmgede kullanılan çeşitli söz sanatlarıdır. Yazınsal imgenin yapılışları da çeşitlidir. ‘Modern imge’, ‘klasik imge’ diye bir ayrım yoktur.

Bugünlerde şairlerin anlamını bilmeden kullandıkları bir terim de Üstdil. Uzlaşımsal dilden kopartılarak oluşturulan Öte-dil, Başka-dil, Karşı-dil ile Üstdil sık sık karıştırılıyor. İlk üçü – farklı adlandırılsalar da – modern şiirin dilidir. Barthes’ın sözleriyle, şairin, “gerçeği canlandırmakla değil, gerçeği anlamlandırmakla yükümlü” olduğu dildir. Üstdil ise “Doğal dili ya da konu dili inceleyip betimlemek için oluşturulmuş araç dil, dili anlatan dil (Ör.Dilbilim terimleri, bir üstdil oluşturur.) “. Görüldüğü gibi, modern şiirin dili Üstdil değildir. Üstdil doğal ya da yazınsal dili inceleyen dildir. “L.Hgemslev’e göre, bir üstdil, bir gösterge dizgesini inceleyen gösterge dizgesidir.” (3) Şiir dilini Üstdil olarak nitelemenin bir anlamı olmadığı anlaşılmıştır herhalde.

Yine bugünlerde birbirine karıştırılan iki sözcük Konu ile İzlek’tir. Sık sık birbirinin yerine kullanılıyor. Konu, yazınsal ürünlerin (şiirin, öykünün, romanın) işlenmeden önce varolan hâlidir. Genel ve somut olan hâlidir. İzlek ise konu işlenirken ortaya çıkan ve soyut olandır. “Şiirin konusu insanlık gerçeğidir; şiir insanlık gerçeği üzerinde yoğunlaşır,” dersem genel ve somut bir şey söylemiş olurum. Heidegger’den Bahktin’e sanat için hep bu söylenegelmiştir. İnsanın kendi gerçekliğine yönelip nüfuz etmesi; modern şiirin başardığı bu. Metin Cengiz’e başvuralım: “Demek konu, şiirde bir yaşanmışlık olarak insanın genel durumunu yansıtan, genel ruhsal zenginliği temsil eden, şiirin bütünleyici bir parçasıdır.” (4). Konu, şairin elinde biçimlendirilmesi, anlamlandırılması gereken malzemedir. Şairin yaratıcı gücü onu yeniden üretir - biçimlendirir. İzlek ise konunun estetik değerlilik kazanmış birimidir. Şiirde konuyu Eliot şöyle özetliyor: “Konu şiir için vardır, şiir konu için değil. Bir şiir, olanı belli bir biçimde birleştirerek birkaç konuyu ele alabilir, bu bakımdan “şiirin konusu nedir?” diye sormak anlamsız olabilir. Birkaç konunun bütünleşmesinden başka bir konu değil, şiir ortaya çıkar.” (5) Görüldüğü gibi şiiri daha geniş ölçekte düşünüyor Eliot. Hiçbir şair, “şu konuyu yazacağım” diye masaya oturmaz. Metin Cengiz, kaynakçada andığım kitabında şiirin yazılma süreçlerini şöyle özetler: “…kısaca topyekun bir yaşantının uç verdiği her şey bir şiirin başlangıcını, giderek kendini oluşturur.” (s.51). Şairin yaşantı içeriği + bilinç içeriği + şiirin ve estetiğin bilgisi + yaratıcı imgelem süreci + yazınsal imgeler süreci vb bir dizi sürecin açımlanmasını olanaksız bulurum. Bir sözcükten yola çıkan şair de, bir müzik parçasından hareket eden şair de şiire varır. Süreçler farklı işleyebilir.

Pathos.- Pathos sözcüğüne gelince, bu Yunanca sözcük hakkında fazla bir kaynak yok elimde. “Dert ve acı çekme” olarak tanımlanıyor. Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili adlı kitabında, “Yunanca pathos sözcüğü, sanat yapıtının acıyla ilgili anlatımının seyirci ya da okurda üzüntü ve acıma gibi yoğun duygular uyandırması” olarak tanımlar. Pathos’un, Patetik sıfatıyla ilişkisi var. Bu iki terim Trajik olandan ayrılıyorlar. Yine Gürbilek’e başvuralım: “ “Patetik” sıfatı da “acıklı”, “dokunaklı”, “hazin”, “yürek paralayıcı” gibi anlamlara geliyor. Ama “trajik”ten farklı olarak “patetik” daha çok haksız yere çekilen, çaresizce kabullenilmiş acıyı belirtir. “Trajik”, kaçınılmaz kadere başkaldıran kahramanın bu seçimi yüzünden çektiği acıyı anlatırsa, “patetik” daha baştan kaderin sillesini yemiş, masum ya da korumasız, öksüz ya da yetim, ezilmiş ve aşağılanmış olanın acısını anlatır. (…) Bir bakıma talihsizlerin, güçsüzlerin, zavallıların alanıdır pathos.” (6)

Gürbilek, Pathos’un roman ve öykü türlerindeki anlatım biçimini “yoğun duygu aktarımı”, “yanık duygusallık”, “abartılı duygusallık” olarak nitelerken, Pathos’tan Bathos’a kayılabildiğini belirliyor. Bathos’u ise “…yüceye uzanayım derken dibe, gülünç ve basmakalıp olana yuvarlanması. İçerik ve üslup açısından yüce bir yazıda birden beliren bayağı anlatım. İçten ya da inandırıcı olmayan, aşırı abartılı pathos” olarak tanımlıyor.

Buraya kadar Pathos, Patetik, Bathos sözcüklerinin içerdiği anlamları Nurdan Gürbilek’in yapıtından aktardım. Gürbilek, mağdurun dilini Dostoyevski, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Cemil Meriç gibi yazarların yapıtlarında arıyor - yazınsal düzyazıda, romanda. Modern şiir Pathos’un içerdiği anlamda acıyı “dil” sorunu edinmedi hiç. Anlatımın dolayımlılığı da bunda önemli etken. Zaman zaman 1970’lerin genç şiirinde acıyı ‘koygun’ bir duygusallıkla ve yenilmişlerin biçemiyle yansıtan ürünler yayımlandıysa da, “vurulduk ey halkım / unutma bizi” gibi söylemler, yüceye uzanan şiiri gölgeleyemedi. Pathos, şiir olmayan bayağı ve narrativ metinlerde gözlendi daha çok. 1960’lardan bu yana yazılagelen şiir çok sesli, çok yönlü olarak “acı”yı içerdi elbette. Çünkü, yaşanan dünyanın şiddeti, dilin basıncı, bireyin toplumsal benliği özne üzerinde “acı”yı başat kıldı. 1970’ler şiirinde “acı”nın dirence dönüştüğü görülebilir. Edip Cansever ile Turgut Uyar’ın “acı”yı benliğin derinlerinden çıkararak nasıl yansıttıklara bakılabilir. Benliğin toplumsal olanı dolayımladığı da bilinir. “Acı”yı ironiye çeviren, acıyla dalgasını geçen Ergin Günçe’nin şiirini; “acı”yı kantarın topuzunu kaçırmadan dengeleyen Ece Ayhan’ın şiirini, “acı” ekseninde okumak mümkündür. Ergin Günçe’nin Türkiye Kadar Bir Çiçek”i acı”ya başkaldırının şiirleriyle doludur. Ergin Günçe, Pathos durumuna düşmeden insanın ‘trajedi’sini başkaldırıya dönüştürür. Zaman zaman da “acı”ya “ironi”yle direnir: “Yusuf’un ütüsüz bir gömleği bizde / Hüseyin yüzümde bir rüzgâr hüzün kaldı / Deniz bir koyu ateşte tutuşup yandı işte” dizeleri yaşanan “acı”nın göstergeleri olur.

“Acı”yı benliklerinden şiirlerinin gövdesine taşıyan Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Akif Kurtuluş, Ali Cengizkan gibi şairler anılmalıdır. Gülten Akın, Ahmet Oktay gibi öncü şairler “acı”yı, “ölüm”le, “intihar”la birleştirerek bir “çağ profili” çizerler. “Acı”yı saplantı hâline getiren, yaşantının uç verdiği yerden değil, yoğun duygu içinden yansıtan Ahmet Erhan’ın şiiri Pathos niteliğiyle belirir. Giderek duygu yüklü şiirlerden “vasat” şiirlere doğru iniş çıkışlarla beliren Ahmet Erhan’ın şiiri, Pathos’tan Bathos’a yuvarlanmasıyla popülerleşmesi eşzamanlıdır.

Orhan Aklaya, şiirin estetik değerinden ödün vermeden, öznenin yaralı bilincini şiirine taşır. Orhan Alkaya’nın şiirleri, dışlanmışlık duygusunu, tarihe ve özneye güven duygusu içinde dile getirir. Onun şiirlerinde, yenilmişlerin tarihi direnç noktası oluşturacak biçimde dile gelir.

Pathos ya da Patetik oluş Ece Ayhan’ın Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler’inde (7) tanımlananın ötesine geçen tarzda dışa vurulur. Öksüzlerin, yetimlerin, masum ya da korumasızların durumu “kara şiirler”de dile getirilir. Acı çeken insanın çığlıkları, sabahlara kadar dövülmüş kadınlar…

Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim
Emraz Zühreviye Hastanesi’ne kapatıldı anamız
Adıyla çalışan evmiş Sirkeci kadınlarındandır


Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim
Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede
Acaba halk nedir diye düşünür arada işittiği

Ezilmiş, dövülmüş kadınlar. Başkaldırıdan uzak, acıyı kabullenmiş kadınlar, çocuklar Ece Ayhan’ın şiirlerinde duygu yoğunluğuyla değil, öznenin içten ama mesafeli duyarlığıyla aktarılır.

Duyguların abartıldığı, aşk izleğinin aşkınlaştırılıp duygusal tonunun arttırıldığı şiirler de yazıldı, yazılıyor. Ne ki, Patetik tonun duygu seli, Bathos’a kaydırıyor metinleri. Bu durumun İroni’sinin yapıldığı metinler (örneğin İzzet Yasar’ın, Tarık Günersel’in metinleri) karşıtlıklar üzerine oluşturulduğu için Pathos ile İroni arasında gidip geliyor ve şiirin sınırsız alanına çağırıyor okuru.

Roman Jacobson şiirde sözcüğün durumunu şöyle tanımlıyor: “Şiirsellikte sözcük, adlandırılan nesnenin basit bir vekili ya da coşku patlaması olarak değil, fakat sözcük olarak duyumsanır. Şiirsellikte, sözcükler ve sözdizimi, anlamlandırma, iç ve dış yapılanma gerçeğinden kayıtsız (ilgisiz) göstergeleri değildirler, ama kendi ağırlıklarına ve kendi değerlerine sahiptirler. (İzleksel düşünce bağlamında) “ (8). Bu sözler bağlamında çağdaş şiirde mağlupların, mağdurların, emekçi sınıf ve kesimlerin, kadınların ve çocukların acılarının dile getirilmesi; sözcüğün ve sözdiziminin “kendi ağırlıkları ve kendi değerleri (plastik ve sesçil değerleri) öne çıkarılarak, yani bir karşı-dil oluşturularak bunun yapılması şairin sorumluluğundadır. İnsanlığın Patetik durumu özneyi yaralı bilinç’e taşımış olabilir. Yaşantının uç verdiği yerden sürece katılan yaralı bilinç içeriği “acı”nın yoğun olarak dile getirilmesine yol açar. Açmaktadır.


Kaynakça :

1. Abdülkadir Budak, Cumhuriyet Kitap, Sayı: 950.
2. Özdemir İnce, Şiir ve Gerçeklik, (s.21), Can Yayınları, 1995
3. Özdemir İnce, Çile Törenleri, (s.33), Varlık Yayınları, 1995
4. Metin Cengiz, Şiir Dil, Şiir Dili, (s.61), Şiirden Yayınları, 2006
5. 20 Yüzyıl Edebiyat Sanatı, (s.14), İmge Kitabevi Yayınları, 1995
6. Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili, (s.59-60), Metis Yayınları, 2008
7. Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, YKY, 2001
8. Roman Jacobson, Sekiz Yazı, Düzlem Yayınları, 1990















12 Haziran 2008 Perşembe

İRONİ

Ahmet Ada

Modern şiir temelinde ironiyi irdelediğimizde, ironik olgunun şairin ya da şiirdeki öznenin söylemine yerleştiğini görürüz. Şiirsel söylem ironiyi içerdiğinde, o şey ironik boyut kazanır. İroni, bir şeyin tükendiği ya da tüketildiği noktada ( o şey ‘tıkanma’ olabilir ya da ‘umarsız bir durum’ olabilir) eleştirel bir söylem olarak ironi - beklenmedik buluşlarla - o şeyin önünü açabilir. İroni, modern şiirin anlam katmanları arasına yerleşebilir. En belirgin görünüşü şiirsel söylemdedir. Şiirin oluşumunda yer alan metaforik dil de, düz değil değişmeceli olan söylem de ironinin tutunmasına oldukça elverişlidir. Üstelik şiirin monolojik söylemiyle ironik söylemin örtüşmesi, dışavurumunun patlamasını kolaylaştırır. Bir söylem patlamasıdır ironi. Modern şiirde örnekleri söylem içinde söylem olarak da, monolojik söylem olarak da var. Bir öğe olarak ironi kavramı neyi ifade eder? İnce alayı mı, hoşgörünün ötesini mi, bir tavrı mı, bir biçimi mi, yoksa sözcük dağarının yeterli olmadığı ânlarda kendimizi başka sözcük dağarlarıyla, sözcük bağdaştırmalarıyla ifade ettiğimiz kavramlar bütünü mü?
İroni, dilin mucizelerinden biridir. Bir ifade olanağıdır. Dilin sınırlarının zorlanarak dana geniş ifade olanağına kavuşması için kullanılan bir öğedir ironi. Düz anlatım olarak ironi, sözlerin ‘kinayeli’ biçimde kullanılmasıdır. Söze, sözceye kullandığımız anlamın dışında bir anlam yükleme, alay, eleştiri ve gülünç olanı katmadır. Bir şeyi ifade eder görünürken başka bir şeyi ifade etmedir. Söylenenin tam tersini ifade etmedir. İnce alaydır ironi. Örneğin düz ifade olarak bir kimse için : “O mu, çok zekidir canım!” derken ironi yapmış olursunuz. Zeki olmadığını vurgularsınız. Elbette, söyleyiş biçimi, hareketler, mimikler, ifade ediş tarzı da etkili olur söylenenin tam tersini söylemenizde.
Şiir dili için şu söylenebilir: Sözcüklerin ilk anlamlarından uzaklaşarak bir arada kullanılmasıyla oluşturulan dil. Octavio Paz “gündelik dile saldırı” olarak görür şiir dilini. Söylemesi bile fazla; şiir, bir coşkunun iletimi değil, yaşantıyı sözcüklerle yeniden üreterek dile getirmektir. Böyle olunca, ironi, gündelik dili dönüştürmenin de olanağıdır. Bir şey söylerken başka bir şeyi söyleyen şiir ironiktir. Ne ki, ironinin kimi zaman ‘anlaşılmayan ironi’ye dönüşmesi söylenenin asılı kalmasına yol açar. Kimi zaman da şairin biçemini belirler. Can Yücel’in şiiri en belirgin örnektir. Can Yücel, gündelik dilin bölgelerinden ironik söyleyişler çıkarır.
İroninin ‘anlaşılmayan ironi’ye dönüşmesi ‘sakıncalar’ doğurur: Şair, başkalarının öfkesini üzerine çeker. Şükrü Erbaş’ın ‘Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?’ başlıklı şiiri öyledir. ‘Köylüleri niçin öldürmeliyiz’ ironisi ciddi sorunlar çıkardı şiirin yazıldığı dönemde. Toplumbilimsel bir kavramla ifade edecek olursam, ‘feodal’ yaşam biçimini eleştiriyor, ölmesi gerekenin de bu tipik yaşayış biçimi olduğunu sezdiriyordu şair. Arkasında Cemal Süreya’nın ‘Onlar İçin Minibüs Şarkısı’ metninin olduğunu söyleyiş biçiminden anladığımız ‘Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?’ metni aslında zor anlaşılır bir metin de değildir. “Mizahın biçimlerinden olan ironinin zor anlaşılır olanı makbuldür”, der Murat Belge. Örneğin Cemal Süreya’nın burjuvaziyi eleştirdiği şu dizesi pek çabuk anlaşılmaz: “Şapkaları güzel bir niyet gibidir, öfkeleri dört mevsim reklamı”. (OİMŞ). İronik söylemi konuşma dilinin içinden kuran, sözcükleri bitişik yazarak dille de hesaplaşan Celâl Soycan ‘Deniz Kıyısı Havuzları’ başlıklı şiirinde; sözcükleri de ilk çağrışımları ve çağırdığı öteki sözcüklerin sessel çağrışımıyla kullanarak bir yapı inşa eder:“makasımızda-masamızda’ örneğinde belirgindir bu. Ses yankıları da söylemi ince alaya çevirir. Şiiri okuduğumuzda yüzümüzde bir gülümseme belirir. Celâl Soycan’ın değindiği yaşama biçiminin gerçekliği ironik söylemle şiiri ait gerçekliğe dönüşür. Aslında Celâl Soycan söyleminin biçemiyle ironiktir. Bir şey söylerken başka bir şeyi amaçlamaz; söyleyiş biçimiyle, biçemiyle ironiktir.
Yazma serüvenimden biliyorum: Şiir yazmak, yaşantı içeriğiyle bilinç içeriğini estetik olarak boydan boya geçen bir şeydir. Proust’un söylediği gibi, özellikle şiir söz konusu olduğunda, “dil içinde yeni bir dil, adeta bir yabancı dil icat” etmek demektir. Şiir yazma beş duyu ve bilinçdışı sorunundan ayrılamaz; hatta dil (bilinçdışı) duyuları karıştırabilir. Şiir asıl odur. Şair sözcüklerin içinden görür-duyar âdeta. İroni de sözcüklerle yapılır. Şairin niyetiyle ilgilidir. Bu durumdaki şiir bir şeyi ya da şeyleri olumsuzlama anlamı içerir. Gerçeğin dönüştürülmesiyle üst üste kesişir ironi. Zekâdan beslenir. Gerçeğe karşı girişilmiş bir olumsuzlamadır. Celâl Soycan, gerçeğin görünüşüne katlanamadığı için onu olumsuzlayarak dönüştürür. Birey olarak toplumsal gidişin suç ortağı olmaz. Bu dışavurum şiirin olanaklarıyla ortaya çıkar. Kendi olmak, şair bireyin özgürlük alanıdır. Özgürlük alanını şiirin olanaklarıyla genişletir şair, toplumsal-ekonomik-ideolojik olarak kuşatılmış olmasına karşın. Şairin özgürlük alanı ironinin dolayımlılığı ile genişler. Sözgelimi Behçet Necatiğil’in ‘Daktilo’ başlıklı şiirinde farklı bir genişleme söz konusudur. ‘Daktilo’, dil ve dil söyleyiş açısından incelendiğinde monolojik söylemin ironi ile kuşatıldığı görülebilir. Hele, “Bu çok tuzlu çöreği hangi kalpsiz yedirdi” dizesi ironik söylemi üst düzeye çıkarır. ‘Daktilo’da emekçinin durumu daktilo üzerinden işaretlenir. İronik söylem başattır: “Ne hoyrat kullanmışlar / Sevincin sesi çıkmıyor”. Şiirin bu son dizeleri ironi örneğidir.
Bir başka ironi örneği gündelik konuşma diliyle gündelik yaşamın eleştirisini yapan Kenan Yücel’den. ‘Üsküdar’ı Geçen Şiir’ başlıklı düzyazısal şiirinde Kenan Yücel, düzyazısal dilin sözdizimini ters yüz ederek kurar şiirini. (Şiirin başlığı bir deyime anıştırmadır.) Sözcüklerin sessel ve anlamsal olarak çağırdığı gündelik yaşam alışılmadık sözcük bağdaştırmalarıyla canlandırılırken, eleştirir de: “kornaların pornosu”, “…markalarla tekstil”. “Tek stil insan oyarlar canım, içine çip!”. Tektipleştirilen insanı ironik söylemle aktaran Yücel’in bir önermesi de şiirin öznesine: “Toplum salda gezerken birey selde boğulmamalı, a şair!” Sözcüklerin ‘salda’ ile ‘selde’ eklerinin ikili anlama yol açar biçimde düzenlenen sözdizimi, aynı zamanda şairin dili kullanışının da güzel bir örneğidir: “a şair!” ünlemi ise bireyin benliğine dadanan şairin toplumsal olanı bir türlü dolayımlayamayışının eleştirisi gibidir.
Söylemem gerekir: İroni şairin elinde bir olanaktır. Her şair kendine özgü buluşlarla ironiyi zengin kılar. Sözgelimi Celâl Soycan’ın şiirinde ironi nefes alma, teneffüse çıkma halidir. Şiirlerinin gövdesine yayılmaz. Şiirlerimden ‘VI. Senfoni’de ironi söylem içinde söylemdir: “Hım, demek şairsiniz, hayır hayır / Şair değil simsiyah seyyahım…” Belki kırılgan yanımı korumak için başvurduğum bir olanaktır. Bir alınganlık gösterisi de olabilir. Yukarıdaki dizelerde şairliği küçümsenen öznenin tepkisi yok mudur? “görüşürüz çerçevesi içinde” gibi hafif gülümseten ironi Necmi Zekâ şiirine neşe katar. Böylece hesaplı kitaplı yaşamı alnından vurur. Lirik şiirde de ironiyle bölünen bölümler görülür. Birhan Keskin’in şiiri üzerine yazan Kemal Varol bunu “…aslında liriğin kesintiye uğradığı, belki de lirik olmak istemediği nokta” olarak açıklar. Liriğin basıncından kurtulmak isteyen özne ironi ile soluk alır: “Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra” dizesi Cemal Süreya’nın ölçülü biçili ‘Aşk’ şiirini birdenbire ironiyle böler.
Umberto Eco ironiyi şöyle tanımlar: “İroni tamı tamına herkesin söylediğinin aynısını söylememek için son derece yapmacıklı olarak tersini söyleme biçimidir. (…) İroni belirsiz bir söz oyunudur. Gerçeğin tersini söylerken senin ironi yaptığını kavrayabilmek için senin gerçeği bildiğini önceden varsayar. (…) Adamın ‘akıllı olduğunu söyleme’nin ironi olduğunu anlayabilmek için, senin adamın salak olduğunu bilmen gerekir.” Umberto Eco’nun ironiye ilişkin sözlerine eklenecek bir şey yok. Eco, ironiyi gündelik dil içinde düşünmekte. Yazınsal dil için ironi daha farklı bir olanaktır. İşleyiş olarak ortak nokta gerçeğin tersinden okunmasıdır ama, onu güçlü ve etkili kılan ironik ifadenin ‘yazınsal’ niteliğidir. Yazınsal bir ifade biçimi olarak ironi; budur bu yazının esas konusu.
Jean-Paul Sartre, ironiyi, “insan bir edimle olumladığı bir şeyi, aynı edimle olumsuzlar; bizi inanılmamaya inanmaya yöneltir” diye açıklar. Bunu, gerçeği tersine çevirerek yapar. Modern şiir, gülünecek-ağlanacak hâlimizi Can Yücel’in şu dizeleriyle olumsuzlar: “Bi sen eksiktin ayışığı / Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!”. Manzara, hep olumladığımız lirik manzaradır. Öznenin içinde bulunduğu durum farklıdır. Niğde üzerinden Adana Cezaevine kelepçeli olarak götürülmektedir. Tıpkı hep değişmeyen edimiyle olumladığımız güneşi, olumsuzlayan şu dizeler gibi : “İşgüzar sersem güneş / Niçin öyle perdelerin arasından girip bizi uyandırıyorsun / Sevgilimle yatarken”. Buradan şu sonuç çıkar: İnsan içinde bulunduğu ruhsal duruma göre ironik söyleme yönelir: “Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi” derken Can Yücel, sevginin bilişsel-duyuşsal-dilsel kurgularını tersinleyerek aktarır; “sidikli kontesim” bağdaştırması da, aslında sevgiliyi olumsuzlayarak olumlamadır.
Orhan Koçak ‘Hafiflemiş Sonranın Şiiri’ başlıklı yazısının sonlarında, “İroni eline geçirdiği malzemeyi boşaltır; ama bu ironinin kendisinin de bir anlamı, bir nedeni yok mudur?” der. Vardır elbette. Çünkü şiirin malzemesi dildir. Şiirin şiir oluş hâli şiir dili ve söylemini seçmeyle başlar. Şiir için “dilin en yüksek biçimi” varsayımından hareketle, şiir dili ve söyleminin bildirişimselliğine dikkati çekmek bile fazla. Dilin ironik kullanımı, ele aldığı sorunu (nesnesini) boşaltır, anlamsızlaştırır. Ne ki, ironinin kendisi sorununu boca ederken, içini boşaltırken ya da eleştirirken bir ifade olarak anlamı vardır ve bu anlam tıkanma noktalarını bir patlamayla açar. Öyle ki, zor anlaşılır ironi, anlaşılır olduğunda ‘yabancılaştırma’ hissine yol açar.
İroninin konumlanışı:
a) Modern şiirde ironi anlamlandırılabilecek bir konumda ise (zor anlaşılır değilse), ne kadar dolayımlı kullanılırsa kullanılsın okur için haz kaynağıdır. Eleştirdiği, alay ettiği, karşı çıktığı şeyin açığa çıkabilmesi ile haz kaynağı oluşu arasında bir ilişki vardır.
b) Modern şiir, tıpkı bilgi gibi, malzemesini-biçimlenişini geçekliklerden alır. Gerçekliğin çelişkilerini de dolayımlar. Burada, gerçekliğin tersine çevrilerek yapılan ironisi, gerçekliğin ciddiyet ile şiddetini çözerek neşe patlamasına yol açar. Adorno’nun sanat için söylediği şu sözler modern şiir için de söylenebilir: “…her sanat eserinden ciddiyet beklenmelidir. Hem gerçeklikten kaçıp sıyrılan hem de içine gerçekliğin nüfuz ettiği bir şey olarak sanat, ciddiyetle şenlik arasında titreşir. Sanatı sanat yapan da bu gerilimdir.” (Edebiyat Yazıları, s.153).
c) İroninin donakaldığı nokta dehşettir. Auschwitz gibi Sivas gibi vahşet ve dehşetin gerçekleştiği zamanlarda şiir yazılır ama ironi yapılamaz.
d) Modern şiirde ironi, şiirin şen yanıdır. Bu şen oluş çınlar durur her okurun benliğinde. Biçimlendirdiği malzemesiyle (gerçeklikler, durumlar, olgular) hafif hafif eğlenmek, hoş gelir şaire de okura da.
e) İroni için Paul de Man’ın çok anlamlı ve açımlayıcı şu sözlerini aktarıyım: “…kişinin ancak söylediği şeyi kastetmeyen bir dil tarzını tanımlarken kastettiği şeyi söyleyebilir görünmesidir.” İroniyi değişmecenin (mecaz) yapısıyla ilişkilendirir Paul de Man; “bir anlam inceliği elde etmek için sözcüğün” ya da söz öbeğinin gerçek anlamıyla değil, farklı anlamda kullanıldığında değişmecenin (mecazın) gerçekleştiği düşünüldüğünde, bu ilişkilendirmenin pek de yersiz olmadığı görülür. İroni için “bir şey söyleyip başka şey kastetmek” denir; bunun imgede kullanılan söz sanatlarından değişmeceyle yapıldığında yazınsallığa bitiştiğini söylemek bile fazla. Yine sözü Paul de Man’a verelim: “…ironik bir bilincin baskın özelliklerini en iyi gösteren şey basit bir durumdur: sokakta yürürken ayağı takılıp yere kapaklanan bir adamın görüntüsü.” (Körlük ve İçgörü, s.241). Burada, Baudelaire’in “ikileşme” olarak nitelediği kavram üzerinde durur Paul de Man ve “kişinin kendisini insani-olmayan dünyadan farklılaştırmasını sağlayan bir bilinç faaliyeti” olan “ikileşme”nin gülmeye yol açtığına işaret eder Baudelaire’e dayanarak. Bu bilinç faaliyetinin dilin değişmece üreten yapısında görülmesi bir dizi süreçtir. Öznenin zihinsel-dilsel süreçleri..
f) Modern şiirdeki yazınsal ironi yadırgatıcıdır. Olumsuzluğu gösterir. Olumsuzluğun biçemi olduğu da söylenebilir. İroninin zamanı ândır. Şiirde de ‘şimdi’ye aittir. Şimdiki zamanın olgusal deneyimleri üzerine ironi yapılır. Ne ki, bireyin olgusal deneyimleri üzerine ironik yaklaşımı inandırıcı, sahici olmayan, abartıya dayalı olarak da yansıyabilir. Bathos durumu, ironiyi basit ve yalınkatlığa düşürebilir. Kuşkusuz ironinin yazınsallığıdır şiiri de ayakta tutan. Şairin tinsel uzamda çoğullaşması ve benliğin ikileşmesidir ironinin kaynağı.
g) Duygunun denetlenmesi, belli bir mesafeden dile getirilmesi, koygunluğun kırılması gereğinden de kaynaklanır ironi. (Arabesk ağlatıya dönüşen şiirsel metinler düşünüldüğünde ironinin önemi de daha bir ortaya çıkar. Üstelik bu tür metinlerin ironisinin yapılması hoş olur.)
h) Bir şiiri yazarken en başta uzlaşımsal dille kuşatılmışsınızdır. Uzlaşımsal dili şiir diliyle aşmak zorundasınızdır. Gerilimli bir süreçtir bu. İleşitimsel dilin basıncı, gündelik yaşamın şiddeti, ideolojinin baskısı (ki sonuçta hepsi dile içkindir); baskıların bireyin yaşantı içeriği + bilinç içeriğiyle aşılması, dilsel imgelere dönüşmesi zihinsel ve imgelemsel süreçleri içerir. Bu süreçte ironi, kırılgan söylemi koruma önlemidir.
İroni kavramını anlatı ulamları içinde değerlendiren kuramsal yaklaşımlar da var: Komik, romantik, trajik ve ironik olmak üzere dört anlatı ulamı sayılır. Ne ki, ironi modern şiirde de yaygın. Benim ayraca aldığım ironi kavramı metnin de niyetiyle ilgilidir: Bir şiir bizi belli bir imler, imgeler, bağdaştırmalar dünyasıyla kuşatır; böylece ima düzlemi oluşur. Bir şiir ima düzlemini aşan bir alana da davet edebilir. İroni bu alanlardan biridir. Terry Eagleton, “Edebiyat eserleri doğaları gereği ironiktir de denilebilir” der. Şiirsel söylem içinde ironik söylem biçimi hemen fark edilmez. Hemen fark edilmeyişi ironinin anlaşılamayışından kaynaklanır. Belirsizlik, sözü askıya alma şiirin varoluşuyla ilgilidir. Ama, kurduğu kendine dönük dünya ile bunları aşar. Şair-öznenin kendine dönük ironisi korunma içgüdüsüdür. Kendine ironik yaklaşım cesaret ister. Utku Özmakas, ironi kavramını, “Gerçeği, kendinden daha güçlü bir biçimde vurgulamanın tek yolu” olarak niteler. “İroni, gerçeği ve onun bilişsel dilsel kurgularını tersindirerek, gizli mutabakatlarla kabul edilmiş büyüklükleri küçük düşürür.” Bu ironi tanımı Osman Konuk’a ait. (Alıntılar Heves dergisi, XVII, Nisan 2008). Modern şiirin söylem biçimine dönüşen ironi giderek şair-öznenin biçemini de belirler. Bir biçem olarak ironiden söz etmek de mümkündür. Ne ki şiir, kendiliğinden, düz değil değişmeceli bir söylemdir. Utku Özmakas’ın tanımı, ‘yazınsal imge’ için de geçerlidir. Üstelik, modern şiir gerçeği olduğu gibi yansıtan şiir değil, onu yazınsal gerçek olarak aktaran şiirdir. Yazınsal gerçek : a) hem yazınsallık kazanmış gerçektir, b) hem de gerçeğin dönüştürülmüş hâlidir. İroni, gerçeğin dönüştürülmesinde önemli bir dışavurum aracıdır. Gerçeğin katılığını gülünçleştirerek aktarabilir. İroni, şairin mizacıyla da, biçemiyle de ilgilidir. Aslında yazınsal düzyazı (roman, öykü) için mesafeli bir anlatım tutumu olan ironi, şiir için düşünsel-coşkusal tersinlemenin patlama ânıdır; monolojik söylemin (epik ürünlerde diyalojik söylemin) patlama ânı.
Modern şiirin olanakları, insanın şen tinselliği ile ironik eleştirel yönünü taşıyabilecek zenginliktedir. İronik söylem bir direnç noktasıdır. İronik söylemle örülü şiir karnavaleks bir enerjiye dönüşebilir. İroni özgüven sağlayan bir özgürlük alanıdır. Şairin, özgüven duygusuyla, kendisi de bir özgürlük alanı olan şiirin nesnesiyle dalga geçmesi içten bile değildir. Can Yücel şiirinin temelinde olan budur. Dilin ve argonun kullanımı tamamen yazınsallıkla örtüşür. Zaman zaman eski şiirin söz bloklarının büyüsünü sarakaya alır, komik hâle düşürür.
İroni, dil ve düşüncenin sorunlu hâlinden doğan gerilim hattında birdenbire açığa çıkar. Mehmet Öztek’in düzyazısal metni ‘Ben Google Değilim’e bakalım: “Mehmet Öztek ben…Birinin çakal dediği, çimdiklediği, tühkürttdediği; ötekinin koluna girdiği, bu tekinin birey budur dediği…” Genel olarak tümce kuruluşu sözcüğün sessel benzeşimiyle sözcüğe götürdüğü; bu yüzden semantik düzlemin kendini değil, salt sesi çağırdığı bir anlayışla yazan Öztek’in ‘Ben Google Değilim’ metni farklıdır. Bu farkı ‘humor’ olarak değerlendirir Necmiye Alpay. Mehmet Öztek, uzlaşımsal dili bitişik yazı içinde yabancılaştırır.
İronik söylemin çoğu zaman parodinin bir tamamlayıcısı olduğu da gözlenir. Parodi bir metnin yeniden yazımıdır. Özgün metnin biçem oyunlarıyla dönüşümü. Bu dönüşümün biçem oyunlarıyla yapılması, ilk yapıtın zihinsel dokusunun ironik söylemle eleştirilmesine yol açabilir. Çok yeni bir örnek olarak İzzet Yasar’ın ‘Asla Yazmayacaksın O Şiiri’ kitabında yer alan ‘İstikbal Marşı’ şiiri gösterilebilir.
Şiir dilinde alışılmamış, olağanüstü güzellikte bağdaştırmalar da ironi etkisi yaratır. Cemal Süreya’nın ‘Sürek Avı’ şiirindeki şu dize: “Ah efendimli bir yağmurlu inceden kızkulesi”. Yağmur altında Kızkulesi görüntüsü. “Ah efendimli bir yağmur” gibi incelikli bir bağdaştırmayla hem lirik hem ironik bir söyleyiş kurmuş Cemal Süreya. İroniyi sağlayan “ah efendimli” söyleyiş biçimidir. Yağmura “ah efendim, nerelerdeydiniz” der gibi hem onurlandırıcı hem de alaycı bir ifade biçimi (ikili ifade biçimi) ironi etkisi yaratır.
Modern şiirimiz düşünüldüğünde Metin Eloğlu’dan İzzet Yasar’a, Can Yücel’den Tarık Günersel’e, Ece Ayhan’dan Celâl Soycan’a, Ahmet Oktay’dan Necmi Zekâya, Cemal Süreya’dan Mehmet Öztek’e kadar lirizmi ve ironiyi - yazınsal düzlemde kalarak - iç içe kullanan sayısız şair var. Ama doğrudan İroni üzerine metin yok. İroni ile Humor arasındaki farkı ortaya koyan bir metin bile yok.
Modern şiirde İroni, Baudelaire’in ‘Ey çığ, düşerken alıp götürür müsün beni?’ dizesinin uçurum etkisini yaratır.

------
Kaynakça :

Cemal Süreya, Sevda Sözleri, YKY, 2000
Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dli, Metis Yayınları, 2008
Birhan Keskin Şiiri ve Ba, Metis Yayınları, 2008
Necmi Zekâ Şiiri, Yom Yayınları, 2005
Heves Dergisi, XVII, Nisan 2008
Mehmet Öztek, Ben Google Değilim, Pan/Heves Yayınları, 2008
Theodor W. Adorno, Edebiyat Yazıları, Metis Yayınları, 2004
Murat Belge, İroninin Sakıncaları, Radikal Gazetesi, 14.5.2006
Paul de Man, Körlük ve İçgörü, Metis Yayınları, 2008
Celâl Soycan, Sarptım Burçlar Bilgisinden, Şiirden Yayınları, 2006
Ahmet Ada, Kantolar, Şiirden Yayınları, 2006
Şükrü Erbaş, Kum ile Su, Kanguru Yayınları, 2007
Can Yücel, Benim Öfkem Gecelerin Beyidir, Adam Yayınları, 2002
Mikhail Bakhtin, Karnavaldan Romana, Ayrıntı Yayınları, 2001
Heves Dergisi, XIV, Nisan 2007
Terry Ealeton, Edebiyat Kuramı, Ayrıntı Yayınları, 2004
Bireylikler dergisi, Mayıs-Haziran 2008, Sayı: 20
















6 Mayıs 2008 Salı

29 Nisan 2008 Salı



ELEŞTİRİ, İNCELEME, ÇÖZÜMLEME
DÜZEYLERİ

Ahmet Ada


Dilbilim, anlambilim, göstergebilim başta olmak üzere, şiirin içinde üretildiği nesnel koşullar, şiir tarihi, estetik, etik, yorumbilgisi, felsefe, epistemoloji, ontoloji, modernlik içindeki insanın şiirini çözümlerken başvurduğumuz alanlardır. Şiirbilimi, şiirin ana öğelerinin ayrıştırılması, anlamlandırılması, estetik değerinin ortaya çıkarılması için ana alandır. Şiirin deneyimlediği zaman ve uzamın ortaya çıkarılması, şiirin derin yapısının belirlenebilmesi, metinlerarası ilişkilerinin saptanabilmesi, toplumsal ilişkilerinin ve göndermelerinin okunabilmesi çok geniş bilgi birikiminden hareket etmeyi gerektirir. Parçaları bütünlemek, şiirdeki parçalanmış zamanı bütünlemek, uzamı, uzamın çağını, nesnelerin konumlanışlarını saptayıp yorumlamak, bütün bunları şiirin yüzey ve derin yapısından okumak kolay bir şey değildir.

Zamanın bungunluğu üzerimizdedir. Şiir, toplumsal bir varlık olan insanın bungunluğunu, içgüdülerini, zihinselliğini içeren, sözcüklerin eşgüdümlü olarak örgütlendirildiği yapıdır. Bu yapının çözümlenmesi, anlamlandırılanın nasıl anlamlandırıldığının açıklanması incelemecinin amacıdır. İnsan, bugünde olduğu kadar geçmişte de yaşayan bir varlıktır: Bellek, şairi geçmişe, çocukluğa göndererek bugünün anlamlandırılmasına katkıda bulunur.

Şiiri yapısal, dilsel, anlamsal, sessel, toplumsal, tarihsel vb açıları merkez alan inceleme yazıları fazla yazılmıyor.

Modern şiir bağlamında yazılan inceleme ve çözümleme yazıları neyi ifade eder? Örtülü ya da açık anlamlandırılan şeyin açığa çıkarılmasını, bunun için bir üst metin üretilmesini ifade eder. Şiir metnini yeniden anlamlandırmayı, metinde varolan estetiksel, insanî olan şeyleri açığa çıkarmayı amaçlar. Üretilen metnin de ‘yazınsal’ nitelikte olması onu yazın’a katar. Öte yandan incelemecinin, çözümlemecinin - yapıtla konuşan özne olarak - donanımlı olması, sözcüklerin, sözcelerin, dizelerin imlediklerini, seslerini, sessizliklerini ve boşluklarını duyurmasını kolaylaştırır.

Çözümleme, inceleme metinlerinin temeli, ele alınan yapıtı iyi ve dikkatli okumayla atılır. Amaç, metni öğelerini ayrıştırıp yazınsal değerini ortaya çıkartmadır. Yeniden anlamlandırmadır. Anlamlandırılan şeyin yeniden anlamlandırılmasıdır.

Yazılmış bitmiş bir ‘yapı’dır okuduğumuz metin. Metni, incelemeci kendi bilgisine göre açıklar, değerlendirir. Metni içselleştirerek, metnin içine girerek yapar bunu. Görünmeyeni, duyulmayanı, görünür, duyulur kılabilmişse, incelemecinin metni başarılıdır. Söylemek gerekir: Ben, inceleme metnini de, çözümleme metnini de yazın’ın içinde görüyorum. İnceme ve çözümleme metni yazınsal olanı açımlayan bir üst metindir.

Şiirin ana malzemesi dildir. Dahası yazınsal dildir. Şiire dilden bakan inceleme ve çözümleme metinleri, metnin arka planını, şairin önceki yapıtları içindeki yerini, şiir tarihçesi içindeki yerini, şairin yaşantı ve zihinselliğini, şiirin merkezindeki öznenin tinselliğini, zaman ve uzamını aktarabiliyorsa başarılıdır.

Modern şiir bağlamında inceleme ve çözümleme düzeylerini konuştuğumuza göre, şu özellikler gözden kaçmamalıdır: Modern şiirin dili iletişim diline hem bağlı hem de farklıdır. Modern şiirin dili hem kendine hem de dünyaya gönderir. Çözümlemeci, dilden bakarak şiirdeki öznenin zaman ve uzam içindeki duruşunu, tinselliğini açığa çıkarabilir. Dilin kurduğu yapının derinliğine inebilir, toplumsal bireysel bağlamlarını kurabilir. Özneyi dış dünyadan, tarihten, mitolojiden, kültürden soyutlamadan yapmalıdır bunu. çünkü öznenin yaşantı ve bilinç içeriği yapıtın içindedir. Dolayısıyla, yapıtı açımlarken onlar da devreye girer. Şiirin göndermeleri sözcük düzleminde onları da kapsar. Şair özne seçmiştir o sözcükleri, sonra da birleştirme eksenine taşımıştır.

Şiiri şiir yapan dil, biçim, biçem, içerik, ses, dahası tümünün toplamı ‘yapı’, inceleme ve çözümlemecinin üzerinde duracağı esas öğedir. Bütün öğelerin bir ‘yapı’ kurup kurmadığına bakar incelemeci. Nereden bakar? Modern şiirin içinden. Yazın kuramları da, eleştiri kuramları da, yazınsal sanatların bilgisi de zorunlu donanımlardır. Yazınsal ölçütler, karşılaştırmalar incelemecinin vazgeçilmez terazisidir. Öte yandan, incelemeci, çözümlemeci şiirsel söyleme bakarak metnini kurar.

Şiir nedir? Sessel-anlamsal bir bütündür. İncelemeci, çözümlemeci, sessel-anlamsal bütünün derin yapısındaki derin anlamı açığa çıkarır. İncelemeci, çözümlemeci, dilsel açıdan sonuçlanmış ürüne kendi kültürel birikiminin içinden bakar. İnceleme, çözümleme metinleri, yoğun okuma, bilgilenme süreçlerinden sonra ortaya çıkan metinlerdir. Yazınımızda inceleme, çözümleme metinlerinin neden az olduğu herhalde anlaşılmıştır. Modern şiirin çok sesliliği, çok katmanlılığı, metnin içindeki öğeler arası bağlamları ve göndermeleri araştırmayı, bilgilerimizle sınamayı gerekli kılar. Metni yapıbozuma uğratma, çözme, açıklama, anlama ve yeniden anlamlandırma çabasıdır bu. Açık metinler de, kapalı metinler de anlamsal üretime açık birer bütündürler. Önemli olan, incelemeci ya da çözümlemecinin, nesnesi metne, metnin içinden ve dışından bakabilmesidir. ‘Matris’i bulgulamasıdır. Modern şiiri kavramak için bu zorunludur. Salt metnin içinden bakmak çözümlemenin eksik kalmasına neden olur. Metnin matrisinin de, nesnel bağlılaşığının da, varsa ortaya çıkarılması gerekir. Tarih, ortam, gündelik yaşam, gelenek, toplumsal ve kültürel bağlamlar dışta tutularak metin çözümlemesi yapmak yorum eksikliğini göze almak demektir. Metni anlayabilmek, anlamlandırabilmek, metnin bağlamlarını kurmaya bağlıdır. İnceleme yazılarında metne odaklanmak önemli ama yeterli değildir. Şiiri kuran öznenin nerede durduğu, yani duruşu, kendinden önceki yazına bakışı, metinlerarası ilişkileri, hangi iklim içinde üretildiği, etkilendiği yapıtlar, tarih anlayışı, felsefe anlayışı, bir o kadar önemlidir. Ama, sonuçta, belirleyici olan şiirin kendinden yola çıkan anlayıştır. Dönüp dolaşıp şiirin kendindedir her şey.

İnceleme, çözümleme yazılarının işlevi nedir? Sorulabilir bir sorudur bu. Bu tür yazılar, okur için beğeni düzeyi oluşturabilir. Şiirin ortaya koyduğu sorunu ‘sorun’ edinebilir yazar. İnceleme de, çözümleme de şiirin derin yapısına yerleşen ‘sorunsalı’ göstermeye yönelik olabilir. Bu ve buna benzer nedenlerle ya da bir üst metin üretmek için yazılabilir.

Şairlerin yazdığı şiir inceleme ve çözümleme metinlerini şairliklerine eklemlenen bir şey olarak görüyorum. Şiiri ve şiir bilgisini devindirmeye yöneliktir daha çok. Bu tür yazılar denemenin ölçütleriyle yazılmışsa kesinlik içermez. Özneye ait yorumu içerirler. Şiirden aldıkları beğeni üzerinde düşünce üretirler. İncelemeci, çözümlemeci ise başka okuma deneyimleriyle ilişkiye girerek yorum yapar. Şiiri, siyasal, toplumsal, tarihsel, kültürel deneyimleriyle ilişkilendirmek, şiirin ürettiği düşüncenin bileşenlerini göstermek, incelemecinin görevidir. Şiiri, içinde yer aldığı kültürel bağlarıyla düşünmek de kapsamlı bir incelemenin yolunu açar. Şiirdeki özneye sorular sormak, yanıtlar beklemek, metni sorgulamaktır. Şiiri görünür kılmak algılamayla başlar. Anlamlandırmak, sessel anlamsal bütünlüğünü okumak, inceleme ve çözümlemenin başlıca işidir. Metnin hangi ‘matris’ üzerine kurulu olduğunu şiirin derin yapısından söküp çıkarmak, metne sorular sorup yanıtlar almakla mümkündür. İncelemeci, ele aldığı şiiri, şairin öteki şiirleriyle karşılaştırarak düzeyini saptayabilir . Varsa sürekliliğe ya da kopuşlara, kırılmalara dikkati çekmek gerekir.

Eleştiri ile inceleme ve çözümlemenin arasındaki fark nedir?

a) Eleştiri, ‘Crisis’. Kökeninde ‘bunalım’, ‘kriz’ var bu sözcüğün. Her sorunlu durumda başvurduğumuz bir şey. ‘Değeri’ ya da ‘değersizi’ açığa çıkarmak, nedenlerini ortaya koymak. ‘Elemek’ edimiyle de bağlantılı. Bu tanım yetersiz elbette. Eleştirinin söylemi üzerine Roland Barthes’ın sözleri hâlâ geçerli: “a) Eleştiri söylem üzerine söylemdir. b) Bir birinci dil üzerinde gerçekleştirilen bir ikinci dil ya da bir ‘üst-dil’dir.” Bu çiftli tanım, eleştirmenin dil ve söyleminin kendine dönüşlü ve kendine özgü biçem içermesine engel değildir.

b) İnceleme: Şiiri açıklayarak metnin anlamını donduran, tek anlamlılığa indirgeyen geleneksel eleştiri anlayışının dışsal etkenlerle (kültür endüstrisi, popüler kültür vb) çöktüğü noktada başvurulan alan. İnceleme, modern şiiri öteki disiplinlerle, metinlerarası ilişkilerle inceleyen metinlere verilen ad. Felsefe, tarih, siyaset, toplumbilimi gibi disiplinler / metinlerarası ilişkiler, incelenen şiirin çok katmanlı yapısını açığa çıkararak yeni bir bakışla okunmasını sağlar. Okura farklı perspektifler sunar. İncelemeci yazınsal terim ve kavramları içeren dille yapıta yaklaşırken söylem üzerinden söylem ürettiğinin bilincindedir. Ele alınan metin gerektirdiğinde, toplumbiliminin ya da psikanalizin söylemine başvurulur. İnceleme yazıları yorum içerir. Dilbilim, göstergebilim, sözbilim, ruhbilim alanlarından kavramlarla yazılmalarına karşın ‘yazınsal’, ‘metinsel’ olabilen yazılardır. Bu metinler, modern şiiri anlamsal/sessel olarak dondurmaz. Başka bir incelemeci, farklı disiplinlerin merceğinden aynı metne yaklaşarak farklı yorumlara yönelebilir. Hiçbir inceleme, incelenen metnin biricik görünümü değildir. Her inceleme aynı zamanda bir ‘üst metin’dir. İncelemeci, konu dili (şiirin dilini), şairin poetik alanı içinden okumaya çalışır ve şairin zihinselliğini kullandığı imlerden ortaya çıkarır. İncelemecinin gördüğü, bulduğu ile kendi zihinselliği yorumunu tetikler. Dolayısıyla, inceleme metinlerinde, öznellik, nesnellik karşıtlığında bir denge bulunur.

c) Çözümleme: Üzerine çözümleme yapılan her şiir, bütünlüğünü korur ve başka çözümlemelere açık metinlerdir. Çözümleme, dilbilgisi, dilbilim, sözbilim, anlambilim, göstergebilim terimleriyle yapılan; sözcük ilintileri, zaman ve uzam ilintileri, kurgu, söylem, biçem, biçim, sözdizimi, müzik, yapı, bağlam, şiir düzlemi/yaşam düzlemi, ben, izlek, matris, yapı, yalınlık-karmaşıklık ikilemi, göndermeler, bilgi, yazınsal sanatlar, metinlerarasılık vb açılardan metni açığa çıkaran, yeniden anlamlandıran metinlere ‘çözümleme metinleri’ denir. Çözümlemecinin ölçütleri nesneldir ya da öyle olmak gerekir. Eleştiri ve inceleme metinleri gibi birinci dil üzerinden bir ‘üst-dil’le yazılır. Devinim noktası şiir dilidir. Şiir dilinin öğeler arası eşgüdümle örgütlediği yapıyı çözümler. Çözümleme metinleri, konu yapıtı söyleyen açımlayıcı nitelikte metinlerdir. Çözümleyici metinlerle modern şiirin ‘bilinmesi’ öngörülür.

Eleştiri düzeyi, inceleme düzeyi, çözümleme düzeyi zaman zaman kesişen düzeylerdir.

Eleştirinin [klişelerle ilerleyen kolaycı eleştirinin] bugün işlevini yitirmesinin, yerini inceleme ve çözümleme metinlerine bırakmasının nedenleri araştırılmalıdır. Ele alınan metnin içinden yapılan, kültürün merkeze alındığı, kuramın arka plandan okunduğu Nurdan Gürbilek’in metinlerini farklı bir yere koymak gerekir.Yaratıcı deneme metinleridir yapıtları. Aslında, eleştiri, inceleme ve çözümlemenin sınırları öyle çok farklı, ayrışmış değil, iç içedir. Eleştirmen de, incelemeci de yapıta bir bütün olarak bakar. Parça-bütün ilişkisinin bağlamlarını gösterirler. Eleştiri, inceleme, çözümleme metinleri, sonuçta yapıtla dolayım kuran ‘yaratıcı’ metinlerdir, dolayısıyla yazın’a dahildirler. Ne ki, inceleme ve çözümleme, eleştiri değildir. Eleştiri yapıtı eler, niteliğini ortaya koyar. İnceleme ve çözümleme yapıtı öğelerine ayrıştırır, bağlamlarını gösterir, anlamlandırılmış olan’ı yeniden anlamlandırır. Eleştiri ‘değer yargısı’ ortaya koyar. İnceleme ve çözümleme, metnin kurucu öğelerini ortaya çıkarır. Metnin ilettiği ‘matris’i saptar. Metinde görülmeyen, ancak örtük ve gizli olan şeylerin görülmesini sağlar. Metnin göndermeleri ve imleri düzleminde bunun ipuçlarını arar, varsa bulup gösterir. Metnin yazınsallığını oluşturan öğeleri atlamadan metinle diyalogu sürdürür. Bu edimde incelemecinin alımlama düzeyi etkin rol oynar. Dolayısıyla inceleme metninde, konu edinilen metnin incelemecinin imgeleminde nasıl yeniden üretildiğini görmek de mümkündür.

Şiir için, anlamını bağlamlarından alan yazınsal dil demek yanlış olmaz. İnceleme, çözümleme metinleri; sözcüklerin öteki sözcüklerle anlam kurucu ilişkisini gösteren, sözcelerin, seslerin bağlamlarını kuran ‘yaratıcı’ metinlerdir. O metinleri üretenlere de yazar demek gerekir. Ne ki farklı olanı da belirtmek gerekir: Toplumbiliminin ya da felsefenin kavramları ve söylemiyle şiir incelemesi, çözümlemesi yapan metinler farklıdır. Kesin ve tek anlamlı metinlerdir onlar. Salt bilgi iletirler. Konu nesneleri yazındır ama, sonuçta toplumbilimine, felsefeye ait metinlerdir.

İnceleme ve çözümleme yapacak olanların konu metne, metnin zamanı ve uzamı içinden bakmaları, dönemlerinin tinselliğini taşıyıp taşımadığını irdelemeleri, üretecekleri metni zenginleştirir.

İncelemenin ve çözümlemenin yöntemsel olması, kuramsal bilginin arka planda bulunması, yeni metinler üretilmesini yol açar. Metin gerektirirse, disiplinlerarası geçişler, süreçler, ele alınan yapıtın sorgulanmasına, algılanmasına, anlamlandırılmasına, estetik değerinin açığa çıkarılmasına katkı sağlar. Ele alınan metin esastır, oradan yola çıkılır, yeni bir metin üretilir. Yazın tarihi, yazın toplumbilimi, söylemek gerekir, metin gerektirirse başvurulan alanlardır. Buna göre, inceleme çözümleme metni ‘yapı’ değiştirebilir. Her yöntem ilkeler bütünüdür. Buradan bakarak, yeniden üretilen metin, yönteme göre ve ele alınan metne göre bir ‘yapı’ oluşturur.

***

Modern şiirin yazınsal niteliği, yazınsal değeri, onu dışarıdan yapılacak edimlere karşı korur. Eleştirmen, incelemeci, çözümlemeci, modern şiirin yazınsal değerinin tam olmaması durumunda, ele aldığı insanlık sorunsalını da taşıyamayacağını görür. Asıl olan, şiiri şiir kılan yazınsal değeridir. Yazınsal değeri olan yapıt, içerdiği, içkinleştirdiği sorunsalını da taşır.

Modern şair, verili şiirin (yazılagelen şiirin) ortaklaşa dile getirilen yazınsal değer ölçütlerinin kıyısında kalarak, yazılageleni yeniden üretmeyerek şiir yazar. Yazdığı şiirin yazınsal değeri yeni bakış açılarını, ölçütlerini gerekli kılar. Eleştirmen, yeni olan yazınsal değeri göremeyecek, saptayamayacak kadar geleneksel eleştiri kalıplarına bağlıysa, yenilikçi yönelişleri de değerlendiremeyecektir. Burada kuramı suçlamak da yersizdir. Kuram yeni olan yazın karşısında kendini yeniler. Eleştirmenin yazın’ın kör noktalarını açımlayamayışı, yeniyi değerlendiremeyişi eleştirinin tıkandığı noktadır. Bu durum tarihte hep görülmüştür. Yazın hep öncü olmuş, kör noktaların kırılmasını sağlamıştır. Yeni olan yazınsal değeri, eski olan yazınsal ölçülerle ortaya çıkarmak mümkün değildir. Modern şiirin özgürleşmesi, özgünleşmesi yazınsal değer ölçütlerini de değiştirmiştir.

Modern şiirin öncelikle yazınsal dil oluşu, doğal dilden farklı bir oluşu, eleştiri, inceleme, çözümleme yazılarında Dilbilim ile Göstergebilimi belirleyici kıldı. Şiirin dilsel ve göstergesel kurgusu anlamının sökülmesinde etkili oldu. Gerek şiirin, gerekse düzanlatım şiirin göstergeleri, sözcüğün yananlamları, sözcük ilintilerinin kurduğu imgeler, bütün öğelerin biçimsel birliği modern şiirin kurucularıydı. Örneğin düzanlatım şiirde dille kurulan bir şey var; us’a aykırı, mantığı zorlayan. Şiir sürüyor, değişiyor. Çağdaş anlamda eleştiri, dilsel ve göstergesel bileşenlerin oluşturduğu şiirin anayapısını, anayapının yazınsal değerini değerlendirmektedir.

Eleştirel yazı da ‘yazınsal’ bir metindir. Memet Fuat’ın sözleriyle, “içeriğiyle, biçemiyle okura güzelduyusal bir tat verecek bir yazı yazmak” değildir eleştiri, bu denemenin işidir. Eleştiri, ‘yazınsal niteliğiyle birlikte’ nesnel ölçütlerin öne çıktığı değerlendirme yazılarıdır. Modern şiir, yüzey ve derin yapısıyla, yani bütüncül anayapısıyla aslında bir büyük şiirsel tümcedir. Modern şiirin yapısal çözümlemesi o büyük tümceyi açığa çıkarır. Yukarıda birkaç defa kullandım, Riffaterre ‘matris’ der buna: Şiirin göstergeler birliğinin ‘matris’ için (sözcük ya da büyük tümce için) örgütlendiğini belirtir. Eleştiri, inceleme ve çözümleme metinleri, kuşkusuz, salt ‘matris’i açığa çıkarmak için yazılmaz, şiirsel yapıyı incelemek, değerlendirmek için yazılır. Çözümleyici eleştiriyle, metnin yapısal öğeleri ve öteki birimlerle ilişkileri üstüne ‘söylem’ oluşturulur. Sözgelimi şiirin sözcük, dize, sözdizimi örgütlenişiyle (yüzey yapı örgütlenişiyle) ses düzeneğini ortaya çıkarmak yapısal çözümlemeyle gerçekleştirilebilir. Yine sözgelimi, modern şiirin zaman ve uzam algısının çağıyla örtüşüp örtüşmediğini, hatta imgesel düzeneğini, kiplerini söylem üzerinden okuyabilir söylem üzerinden söylem kuran yazar. Bunları metnin ‘matris’i ile birleştirebilir. Görüldüğü gibi şiirsel söylem düzeyi ses ve anlam düzeyini içerir; bunlar da birbirinin içine geçmiştir. Ayrıştırarak gösterilebilir.

Bir şiiri çözümlemek, ele alınan metnin yatay ve dikey örgütlenişini çözümlemek demektir. Yatay eksenden dikey eksene, yani bir düzeyden öteki düzeye geçebilmek, bunu okuyabilmek demektir. Yatay ve dikey düzey arasındaki geçişleri, geçişlerde oluşan ‘katmanları’ çözümlemek demektir. Şiirin yapıçözümü, şiiri kuran öznenin söyleminin arka planına, bireysel ve toplumsal uzantılarına götürebilir yazarı. Göstergeler düzleminden hareket ederek, şiiri kuran öznenin yaşantı ve bilinç içeriğine, bellek kuyularına ulaşılabilir incelemeci. Bunun sayısız örneği var yazınımızda.

Bu notları, Susan Sontag’ın eleştirinin işlevi konusundaki sözlerini anarak sürdürelim: “Eleştirinin işlevi yapıtın ne anlama geldiğini göstermek değil, nasıl o şey olduğunu, hatta onun o şey olduğunu, göstermek olmalıdır.” Şiirin yapıçözümünün işlevi de farklı değildir. Şiirin neyi anlamlandırdığını açığa çıkarmak değil, nasıl şiir olduğunu kendi öğeleri arasındaki ilişkiden çıkarıp göstermektir. Eleştiri, inceleme, çözümleme düzeyleri iç içe geçerek ve kesişme noktalarında buluşup aynı işlemi yerine getirirler. Metnin, nasıl metin olduğunu yazınsal düzlemini göstererek ortaya koyarlar.

Metni kuran öznenin yaşantı ve bilinç içeriği, metni örgütleyen göstergeler düzleminden okunabilir. Bunun için, eleştirmen, incelemeci, çözümlemeci şiiri bütün öğeleriyle içselleştirmeye çalışmalıdır. Şiiri biricik hareket merkezi seçmelidir. Kendi düşünce, kuramsal bilgi ve perspektifini şiirin üzerinden doğrulamaya çalışmamalıdır.

Modern şiir, varoluşunu açımlayan perspektifler sunar her okura. Bu perspektifler eleştirmenin, incelemecinin, çözümlemecinin donanımını edindiği eleştiri kuramı ile öteki disiplinlerin farklı perspektifleriyle çakışabilir. Bu durum, şiirin nasıl bir şey olduğunu göstermek için yazarı ‘yaratıcı’ kılabilir.

Modern şiirin dilinin doğal dilden farklı bir dil oluşu, dil merkezli eleştirinin, incelemenin, çözümlemenin ülkemizde de büyük ölçüde egemen olmasını sağladı. ‘Çoğul okuma’, şiirin iletisi, şiir-okur arasındaki ilişki, alımlama düzeyi her zaman yapısal, dilbilimsel, göstergebilimsel eleştirinin konuları olmuştur. Şiir dilindeki göstergelerin çözümlenmesi anlamsal yapıların ortaya çıkarılmasına yol açar. Modern şiirde, günlük dildeki konumunu aşan sözcük ve sözcük ilintileri, imge, eğretileme oluşumları başlı başına inceleme konularıdır. Ritmin oluşumu, çift anlamlı söz yapıları, çapraşık sözdizimi yapıları, yinelemeler, biçem, ses alanları, biçim alanları, anlam alanları, zaman ve uzam düzeyleri, sözcük bağdaştırmaları, eksiltme ve öncelemeler, şiir dilindeki sapmalar vb; dilbilimin yöntemleriyle yapılan incelemeler modern şiirin ‘dil ayrıcalıklarını’ ortaya koyar.

Modern şiir, göndermeler, anıştırmalar, yazınsal sanatlar, biçimsel ve anlamsal sapmalar yönünden sayısız örnekleri barındırmaktadır. Öyle ki, şiir dilindeki sapmalar, sözcüksel, sözdizimsel, yazınsal olmak üzere çeşitlilikler gösterebilmektedir. “Şiirin bütünündeki ilişkiler ağını yöntemli bir biçimde ayrıştırmak, çözümlemek, dağıtmak, bozmak ve bütün bu yöntemli işlemlerin ardından şiiri yeniden yapılandırmak, yeniden anlamlandırmak, yeniden yorumlamak.” (s.22, Gösterge Avcıları). Mehmet Rifat’ın bu sözlerine bir şey eklemek gereksiz. İnceleme, çözümleme düzeyi şiirin ne olup ne olmadığını irdeler, çözümler, yorumlar.

Şiirin bir töz değil, biçim olduğu sık sık vurgulanır. Biçimin nasıl oluştuğunun, ne olduğunun açığa çıkarılması, içeriğin anlamlandırılması, yorumlanması için de zorunludur. Nesne-dilin incelenmesi, çözümlenmesi ‘yeni bir dile’ dönüşür; Barthes’ın ‘öte-dil’ dediği şeye.

Orhan Koçak’ın “deneyim/yaşantı” kavramları çerçevesinde özneyi ve metni yakından okuyan psikanalizin birikimine uzanan uçlarıyla yelpazesi genişleyen eleştiri yol açıcı özellikler barındırmaktadır. Metin gerektirirse kuramsal uçlara uzanan eleştiri anlayışı var. Adnan Benk’in metin merkezli yazısı gibi. Şiir-kültür ilişkisi, şiir-toplumsallık ilişkisi, şiir-toplumsal/bireysel ‘benlik’ ilişkisi, şiir-bilinçdışı ilişkisi, şiir-fenomenolojik bilinç ilişkisi, şiir-epistemik alan ilişkisi, şiir-ontolojik alan ilişkisi, şiir-başka metinler ilişkisi, şiir-alımlama estetiği ilişkisi, şiir-yazınsal değer ilişkisi, şiir-yaşamöyküsü ilişkisi vb şiirin çağırdığı ilişki biçimlerini eleştirmen görür ve çağırır eleştiri metnine. Aslında Bakhtin, Barthes, Deleuze, Derrida, Eco, Genette, Goldmann, Jakobson, Kristeva, Todorov, Paul de Man, Eagleton, Jameson, Lotman, Lukacs, Mukarovski, Riffaterre gibi eleştiri kuramcıları ile Sartre, Adorno, Benjamin gibi düşünürlerin eleştirel metinleri, bir de Bachelard, Blanchot gibi yazınsal metne farklı açılardan bakan yazarlar, modern şiir algımızı değiştirip zenginleştirdiler. Rus Biçimcileri’nin şiirsel dil - gündelik dil ayrımıyla başlayan şiir dili incelemeleri de bir zemin oluşturur. Sonraları metnin varoluş koşulları başka kör noktalarda aranıp bulunarak şiir eleştirisi yeni boyutlar kazanır - dünya ölçüsünde.

Modern şiirin karmaşık ve grift yapısı, metin temelli çözümlemelerin yetmediğini de gösterir. Metin bizi, şair-özneyi işin içine katmaya zorlayabilir. Bu noktada psikanaliz, şiirdeki öznenin anlaşılmasında bir olanaktır. Şairinin metin içine katılarak metnin kodlarının çözümlenmesi sağlanabilir. Çocukluk, kişiliğin oluşması, yaşanan gerilimler, travmalar dil düzeyinden okunabilir. Şiir dili tinselliğin de taşıyıcısıdır çünkü. Şiirdeki persona üzerinden metnin imlerini anlamlandırmak mümkündür. Şairin monolojik olan yazınsal söylemi ‘şairi’ ele verir. Yalnızca nesneleri, olguları anlama, anlamlandırma için ‘dili germez’ şair. Yaşantı içeriği + bilinç içeriği dile katılır. Dilin dışa dönük yüzü, derin yapıdan ve nesnel bağlılaşığı kurularak okunabilir. Dilsel imler yüzey yapı derin yapı geçirgenliğinin bağlarıdır ve salt dili imlemezler, derin yapının da kurucu öğeleridir. Modern şiirdeki soyutlama düzeyi, imge, eğretileme, görsel ve düşünsel imge, dilsel imler sözceler halinde ifade olanaklarıdır. Eleştirmen, incelemeci, çözümlemeci, yazınsallığa ait kurucu öğeler arasındaki ilişkinin ne anlama geldiğini göstermeyi değil, şiiri nasıl şiir kıldığını gösterir. Şairin dünya tasarımını, ütopyasını derin yapıdan okuruz. (Bu da anlam çözümlemesi ile açığa çıkar.) Eleştirmenin çabası şiirin şiir oluş gizini ortaya çıkarıcı yönde olur. Hemen her şair, bir şeyi anlama, anlamlandırma yönünde şiir ürettiği, dil de bildirişim arzusu taşıdığı için, sonuçta dikkatli bir okur olan eleştirmen de, incelemeci de, çözümlemeci de, şiirin nasıl şiir olduğunu gösterdiği kadar, şiirin niyetini de, şiirin sorununu da göstermeye çalışır. Bu, kesinlikle, okurun alımlama estetiğine müdahale olarak görülmemelidir. Şiir, örgütleniş biçimiyle ortadadır, açık yapıttır. Her okurun farklı algılamasına açıktır.

Eleştirinin kuram odaklı yapılması, şiirin ya da öteki yazınsal yapıtların kurama soru sormasına engel değildir. Böylece kuramın yapıtta doğrulanmasına değil, yapıtın kuramla sınanmasına ya da yapıtın kuramla çözümlenmesine yol açılır; bu da yapıtın “nasıl o şey olduğunun” açımlanması demektir. (Kristeva kuramın da dönüştürülebileceği kanısındadır.) Böylece metnin çağırdığı kuram da dönüşüme uğrar. Ve yine böylece şiiri ya da öyküyü kuramın bir nesnesi olarak üreten metinler değil, konu metne açılımlar getiren metinler üretilmiş olur: Şiirin tarihselliğini, toplumsallığını ve bireyselliğini ve metinselliğini birlikte okuyabilen metinler..

Bugün disiplinlerarası okumalar sonucunda farklı alanlar bir araya gelebilmektedir. Feminist eleştiri, yapısalcılık, psikanalitik eleştiri, kavramlarını da eleştiriye taşıyarak metnin farklı okunmasını, açımlanmasını sağlamaktadır. Üçüncü Dünyacılık olgusu ise başlı başına eleştirinin kulvarını değiştirebilmektedir. Gerek Üçüncü Dünyacılık olgusundan hareket eden eleştiri, gerekse kültürel eleştiri, şiiri, öyküyü, romanı araştırma nesnesi olarak değil, yapıt olarak değerlendirdiği sürece ‘kültür okuması’ olmaktan çıkarak ‘yazınsallık’ kazanır. Şiirin dilsel olduğu kadar toplumbilimsel açıdan da okunabileceğini, bunun da eleştiriyi zengin kulvarlara taşıyabileceğini söylemek bile fazla. Eleştirinin nesnesi modern şiir olunca, dili, söylemi, estetiksel yapıyı, ses ve anlam eksenini, imge düzeneğini (dizgesini) ‘üst dil’ ile çözümlemek mümkündür.

Yapısal, dilbilimsel, göstergebilimsel eleştiri yapıtı hep dil üzerinden, söylem üzerinden çözümleyerek açımlamışlardır. Bu birbirine geçişimli disiplinlerin dili inceleme nesnesi olarak seçmesi, dilde ontolojik öncelik görmelerinden midir? Eleştirmenin seçimiyle ilgili bir soru. ‘Evet’ denilebilir. “Şiirsel’in, dilin, kendisiyle bilinçli bir ilişkiye girmesi sonucu olduğu düşüncesi” Roman Jakobson’undan beri bilinmektedir. Onun bu sözleri, şiirin, dille yapılandırılan bir olgu olduğunu gösterir. Yazın’ın yabancılaştırılmış dille yapıldığını, farklılaşmış dilin bir biçim içinde sunulduğuna dikkati çeken biçimciler, yazınsallıkla biçimin ilişkisini de ortaya koyarak, yapıta yazınsallık kazandıranın “biçim” olduğunu vurguladılar. Bunlar, şiire bakışımızı değiştiren görüşlerdir.

Bu eleştiri notlarının sonunda, (şiir olsun, öykü olsun, roman olsun) yazınsal metinlerin çağırdığı eleştiri, inceleme, çözümleme yöntemlerinin farklı olacağını, metnin kuramsal düzeyi çağıracağını bir defa daha belirteyim. Mehmet Rifat’ın sözleriyle, “metne, metin için, metnin içinden bakan, bir eleştirel yaklaşımın, metin aracılığıyla konuşan bir eleştirel söylemin” geliştirilmesinden yana olduğum yeterince açık bu notlarda. İnceleyici, çözümleyici, yorumlayıcı eleştiri anlayışının kuramsal, yöntemsel olması gerektiği; metnin gereksindiği kuramı, yöntemi ve öteki disiplinleri çağıracağı tekrarlıyorum. Bazı çok katmanlı yapıtların birden fazla okuma yöntemiyle çözümlenebileceğini, ‘çoğul okumayı’ gerektireceğini belirterek bu notları noktalayalım.
“Yeni Kantolar”, şiirsel söylem, biçim ve biçem, şiirsel dilin yapısı açısından farklıdır”



Ahmet Ada, 2006 yılında “Kantolar”ı yayımlamıştı. Kendi sözleriyle, “izlenimci bir şiirden, dilin katmanlarına, derinliğine yönelen bir şiir” kurmuştu. Kendisiyle, küçük oylumlu bir yayın organı olan Zaman Dükkânı* için yaptığım ayaküstü söyleşide, “Biçim ve tematik olarak değiştiğini, dolayısıyla bunun şiir diline yansıması olarak da, dilsel bir kırılma yaşadığını” belirtmişti. Ahmet Ada ile yeni yayımlanan “Yeni Kantolar”ı konuştuk.


Mitat ÇELİK


- Yeni Kantolar’da** söyleyiş aramalarının birçoğu görülüyor.Sözcüklerin bilinen anlamlarının dışında kullanılması, eğretileme ve imgelere yol açan alışılmadık, şaşırtıcı sözcük bileşimleri yapılması, çağrışımlı, imge ve anıştırmalı dolaylı söyleyiş, anlamı, anlamlandırmayı genişleten bir yapı kuruyor. Kantolar dönemi şiirlerine özgü bir söyleyiş aramaları değil bu. Öyleyse nedir?

- Haklısınız, Kantolar dönemine özgü bir söyleyiş aramaları değil bu. Gökyüzünün Fıskiyesi, (2003) ile başlayan Denizin Uykusu Üstümde, (2004), Kantolar, (2006), Yeni Kantolar, (2007) ile süren bir söyleyiş arayışıdır. Yeni şiirlerimin ötekilerden farkı, sözcüklere nesnelerin karşılığı olarak değil, başlı başına nesneler gibi yaklaşıp, kendi ses ve anlam değerlerini öteki sözcüklerle kurdukları ilişkide arayan bir tutum içinde yazılmalarıdır. Sözcüklerin imge, çağrışım, anıştırma değerlerine egemen olmak gerekir. Türkçenin söyleyiş özelliklerinin genişletilmesi anlamın çok katmanlı olmasının yolunu açar. Sözcüğün şiirde kullanım değerini arttırmak şairin yeteneğine bağlıdır. İmge, eğretileme, çağrışım, anıştırma, dolaylı söyleyişin temel öğeleridir. Bu öğeler, yaşantı ile kurgusalın sarkacındaki metinlerin anlam boyutunu güçlendiren, estetiksel kılan öğelerdir. Bağıntılar, parça bütün ilişkisi, yapı gibi şiire ait kavramlar ‘bütünlüğü’ işaret eder. Şiir, bütün öğelerinin eşgüdümlü işleyişiyle ortaya çıkar. Şiirsel anlamlandırmayı genişleten şiir dilinin farklı kullanımıdır. Şiir dili ve şiirsel söyleyiş yenilenen bir biçime dönüştükçe, buna bağlı olarak şiirsel anlam da genişler. Yeni Kantolar’da, denilebilirse, söyleyiş aramalarının birçoğunu denedim. Öznenin sesini, iç sesi, çoğul sesi, başkasının sesini, zaman-mekân kaymalarını, geçmiş, bugün, gelecek bağlamı içinde dile getirmeye çalıştım.

-Şiirin toplumsal ilgilerinden koparılarak yazıldığı bir dönemde, kalıplaşmış, yıpratılmış gündelik dili kullanmayıp yeni bir şiir diliyle toplumsal ilgilerin de, doğa, nesne, insan ilişkilerinin de kurulabilmesi, yüz yüze geldiğin sorunsalların aşılmasında ve dile getirilmesinde etkili olmuş görülüyor.Dili önceleyen bu tutum, anlamsal ve sessel olarak kendine gönderen şiire yol açacağına, bireye, ölüm sorunsalına, hüzne, sıkıntıya, kente, denize, doğaya göndermelerle dolu bir şiire yol açıyor. Ne dersininiz?

- Şiir serüvenime bakıldığında, başlangıçtan beri toplumsal ilgileri olan bir şiir yazdığımı görebilirsiniz. Nesnelerin ve olguların içinde olan, içerden bir şiir yazdığım söylenebilir. Nesnelerin ve olguların karşısında estetik ve etik kaygıları öne çıkaran bir tutum içinde oldum hep. Kantolar döneminde, doğa, insan, nesne bütünlüğünü kurarak düalizmin aşılmasına, özne ile nesnenin birliğinin yeniden kurulmasına özen gösterdiğim gözlenebilir. Öte yandan, insanın yüz yüze geldiği ‘benlik krizi’, insanın emeğinin soyut emeğe indirgendiği bugünkü dünyada kaçınılmaz. Benlik krizinin aşılmasında şiir en elverişli konumda göründü bana. Yeni bir şiir diliyle sorunsallaştırdığım özne ile nesnenin birliği, bütünselliği bana özgürlük sorunu gibi göründü hep. Şiirin dili, şiir dili, şiiri kuran, yapan, yazan öznenin dilidir. İletişim dilinden sözdizimi, sözce, anlam, ses yönünden farklıdır.
Nesnelerin dili olamayacağına göre, nesnelerin dili de şair öznenin sözüdür. Sözün, modern şiirin temel koyucu öğesi olduğu bilinmektedir. Sözcükle, gösterdiği nesnesi arasındaki mesafenin açılması tam da şiirin oluştuğu ânı imler. Sözcük bu haldeyken öteki sözcüklerle girdiği ilişkidir şiirin oluşum ânı. Şiirin bütün öğeleri yazınsal bağdaştırmalarla şiirsel anlamı oluşturur.
Yeni Kantolar, bu anlamda, yazınsal bağdaştırmalarla insanın ölüm sorunsalı, varoluş sorunsalı gibi temel sorunsallarını dile getiriyor. Dünyada olmak (ama niçin?), dünyada durmak; bu sorunların kurcalanması başlı başına ontolojiktir. Şair, bunlara yanıt veremez, ama eğretilemeli anlam öbekleriyle başka sorulara yol açabilir. Sözcük yine temel birimdir. Ne ki, dilin, sözcüklerin geleneksel, psikolojik, toplumbilimsel bağlantıları ile gönderdiği varlık arasındaki ilişkinin tam olmadığını göz ardı etmemeliyiz. Sözcükleri, gösterdiği nesneler ile bağlantısını kopararak kullandım Yeni Kantolar’da.

- Şiirlerinizin öznesi birkaç özneden oluşuyor. Öznelerin şiirsel söyleyişleri iç içe. Çok söyleyişli, bilinçdışını da içeren söyleyişler, diyalog dizeleri yeni biçimleri de açığa çıkarıyor, belirginleştiriyor. Şiirlerinizde yeni biçimlere yöneldiğiniz söylenebilir mi?

- Çok katmanlı söyleyişi yakalayabilmek için birkaç öznenin söyleyişlerini iç içe kullandım. Örneğin, annemin ölümünü monolog söyleyişle, zihinsel imgelerle; ölüm-dirim karşıtlığını, bu karşıtlığı göstererek aktarmaya çalıştım. Kazım Koyuncu’nun ölümünü, şarkıcının bizzat söylemiyle şairin söylemini iç içe vererek aktardım. Kevser, Yeni Kantolar’da da söyleyişin yöneldiği kurmaca kişiydi, seslendiğim kişi. Söyleyişlerin monolog düzlemi, öznenin şiirsel söylemiyle örtüştü. Giderek şiirlerin görünmeyen ‘matrislerini’ oluşturan imler oldular.
“Ahmet su ver ölüyorum” (s.21) sözü anneme ait, ölüm ânında söylenmiş sözlerdi. Şiir içinde hayatımla birebir örtüşen söze dönüştü. Kanto IX’da yer alan : “Ne iyi olurdu ölünce de okunmak” (s.23) dizesi zihinsel bir dilektir; “Bir Pars değil miyim kendi kendime ben” (s,63) dizesi öznenin ölüm-dirim sorunsalına bakışını yansıtır.
Şiirlerin farklı öznelerinin iç içe söyleyişleri farklı biçimsel arayışlara yol açtı doğal olarak. Şiiri, içsel bir deneyim alanı olarak ve kültürel bağlamlarını çözerek okumak biçimselliğin fark edilmesine engel değildir.

- Tam da onu soracaktım. Açımlar mısınız bu sözleri? Yeni Kantolar’da nasıl bir şiirin sesi olmayı amaçladınız? Varlığın niçin’liğine bir yanıt bulabildiniz mi?

- Önermelerle yanıt vereyim sorunuza. Bu önermeleri genç şairler de dikkatli okusun isterim: Yeni Kantolar, bu önermelere ne kadar uygun şiirleri içeriyor? Bunu genç şairler kitabı okuyarak çıkarabilir; iyi şiir okurları da tabii..
Nasıl bir şiirin sesi olmalıyız? Kendi sesi olan bir şair olmalıyız. Hem buraya hem de dünyaya ait şiir yazmalıyız. Hem kurmacaya hem gerçekliğe ait bir şiir. Hem tin’e hem us’a ait, hem kendi toprağının sesi, hem başka topraklara açılan bir şiir. Böyle bir şiir mümkün mü? Genel geçer yargıları, genel geçer şiiri atlayıp, kendi doğrultusunda ilerleyen ve şiirin gövdesinde gedikler açan bir şiir. Öncelikle, bu, şairin söylenecek sözünün olmasını gerekli kılar. Mevcut şiirin söz düzenini parçalayacak sözün olması. Yücel Kayıran’ın ifadesiyle, “her şeyden önce, mevcut şiir ortamından farklı bir doluluğa sahip olmak demektir.” Bu doluluğu, kendi yaşantı içeriğimizin ontolojisi olarak anlamak gerekiyor. Yetmedi, kendi bilinç içeriğimizin katmanları olarak anlamak da mümkün. Yaşantı-bilinç içeriğinin bileşeni olarak okumak da.. Doluluk olmadan söyleyecek yeni bir şeyiniz de olmaz.
Varlığımın niçin’liğine bir yanıt vermek değil; varlığımı bir sorunsal olarak görmek, yanıtsız sorunları ele almaktı amacım Yeni Kantolar’da. Ölüm-dirim sorunsalını, özne-nesne bütünlüğünü; gündelik hayatı değil, tinsel hayatı aktarmayı seçtim. Gündelik hayatın sızmalarına da karşı durmadım. Gündelik hayatın sıkıntılı eşiğini aşıp varlığımı sorgulamak, niçin dolayımında kalmak ve nesnelerin basıncından kurtulmak istedim. Bunu gerçekleştirmek sözcüğü bağımsız bir nesne gibi düşünmekten geçti. Sözcüğün bağımsız bir nesne gibi öteki sözcüklerle ilişkilerinin kurulması, soyutlama, dile etkiyen yaşantı ve bilinç içeriği şiirlerin ‘doluluğu’ oldular.
Öte yandan, sorunsalı olan bir şiirdi yapıp kurduğum. Yeni bir şiir diliyle sorunsalımı nasıl ifade edebilirimin kaygısı biçim ve ses arayışlarına yöneltti. Bir ‘inşa’ olan şiir, imgelere boğulmadan nasıl inşa edilecektir? Şairin temel sorusudur bu.Öteden beri mükemmelin peşinde olan bir şair olarak, şiire ait bütün öğelerin eşgüdümü ile gerçekleşen ‘yapı’ mükemmelliği de en çok dikkat ettiğim, kaygılandığım sorundur. Orasından burasından sarkan bir şiir içime sinmez bir türlü. ‘Yapı’nın mükemmel kurulması sorunsalın da mükemmel ifade edilmesi demektir. ‘Yapı’nın çokanlamlı, çokzamanlı olması da, çözümlenmesi gereken çokkatmanlı bir şiirle yüz yüze bırakır okuru. Yeni Kantolar bu niteliktedir.

- Çağdaş şiirin temel sorunsallarından biri de zaman ve mekân algısı.Yeni Kantolar’da da bu temel sorunsal var. Şiirinizin zaman ve mekân algısını siz nasıl aştınız?

- Çizgisel zaman ve mekân algısına bağlı kalmaksızın, belleğin zamanını da şiire dahil ederek sorunsalı aşmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Modern şiirde izlekler nasıl iç içe girdiyse, zaman ve mekân da iç içe girmiştir. Nâzım Hikmet’in Saman Sarısı şiiri bunun en somut örneğidir. Şair, geçmiş, şimdi, gelecek bağlamı içinde yaşayan özne değil midir? Şair, dünyayı anlamlandırmaya çalışır. Yeni Kantolar’da, çocukluk, Akdeniz algısı, Mersin, zaman ve mekân boyutuyla, hatta bitki örtüsüyle birlikte ayraca alındı.
Yeni Kantolar’da, zamanın varlığı ya da yokluğunu sorunsal haline getirmedim. Zamanı ve mekânı, hatta tarihi bellek-bilinç düzleminde yaşayan özneyi, son kertede doğaya bulanmış insanı dile getirmeye çalıştım. Eskil deniz ile [“Önüm Fenike denizi” (s.58)] 2006’da çocukların üzerine bombalar yağan Beyrut’u aynı düzlemde buluşturarak ‘nesnel zamana’ karşı koyan bir tutum izledim. Akdeniz mekânını, şimdiki zamanın içinden yeniden kurdum. Sözcükler arasında yeni bağlantılar arayarak tabii.

- Yeniliğe ve deneye açık bir şiir yazıyorsun. Deniz ve Su izleği Yeni Kantolar’ın temel izlekleri. Niçin böyle? “Sürekli yenilenen biçemine” dikkat çekilmiş bir de. Şiirlerinizdeki biçem nasıl ortaya çıktı?

- a) Şiirin arayışlarla genişleyeceği düşüncesi yeniliğe ve deneye açık şiir yazmama yol açıyor. Aslında şiirin dünya şiiriyle, felsefeyle, dilbilimle, toplumbilimle, psikolojiyle ve her düzeyde bilgiyle kuracağı ilişkinin ‘farkında olmak’ gerekiyor bugün. Yaşantı ve bilinç içeriğini şiirsel gerçekliğe dönüştürmek şairin işi. Deniz ve Su izleği, Mersin bana düşleyebileceğim, hayal kurabileceğim sınırsız ütopyalar alanı açtı, açıyor. Mutlu, eşit, adaletin herkes için olduğu bir dünya özlemini, kısaca varılacak hedefi Deniz ve Su izlekleriyle işaretlemeye çalıştım. Mersin, Akdeniz, yol, yolcu imleri, içsel deneyimlerden geçerek bütünleşti Yeni Kantolar’da.
Niçin bu izlekleri seçtiğimin yanıtı yoktur bu şiirlerde. Niçin varolduğumuzun yanıtı var mı? Belki dünyaya, insanlığa doğru yürüyebilmenin nedenidir. Belki emeğin soyut emeğe indirgenmediği bir toplumun özlemidir.
b) Sürekli yenilenen biçeme gelince; biçemin kişiselliğine bağlı olarak açıklanabilir bu. Dünya görüşümün, doğaya, insana yaklaşımın, daha özgürlükçü, daha insancıl değerlerin sözcüsü olmanın sonunda oluşan bir şey biçem. Şiirden başka öteki epistemik bağlarımın genişlemesi ( estetik, fenomenoloji, etik, felsefe, göstergebilim, poetika gibi) biçemi de sürekli genişletiyor. Zorunlu bir eşik bu. Çünkü şiir, öteki disiplinlerden, kültürel girdilerden yalıtılarak sürdürülemez bir döneme girdi. Dünyayı, insanı, yeryüzünü anlama, anlamlandırma olanağı, bilginin içselleştirilip şiirsel gerçekliğe dönüştürülmesiyle mümkün bugün. Politik, etik, estetik, kültürel donanımı olmayan birinin şiirinin anlamlandırma eşiği de olmayacaktır. Şiir artık kültürel girdilerden yalıtık olarak yazılamaz durumdadır. Kültürel bağlamları olan şiirin de biçemi farklı olacaktır. Kantolar’daki biçem Yeni Kantolar’da da yenilenerek sürmektedir. Ayırt edici bir özellik olarak söyleyeyim: Biçemim, şiirlerin salt yapısını değil, içeriğini de belirliyor. Şiiri nasıl biçimlendirdiğimi belirlediği gibi, biçimleneni de belirliyor.

- Yeni Kantolar’da, Kantolar dönemi’nin bazı sorunsallarını ‘dünyada olmak’ bilinciyle işlemişsiniz. Kısaca neydi bu sorunsallar?

- Yeni kitabın temel sorunsalları yaşadığımız sürüce de sorunsal olmaya devam edecek şeylerdir. İnsanın niçin varolduğu, ölümün hiçliği, çözümsüzlüğü gibi sorunsallar, mekân, bellek, zaman üçgeniyle işleniyor. Düşler, bilinçdışı öğeler, çocukluk, bireysel ütopyalar, benlik krizleri, su ve deniz izlekleri, özgürlük isteği, insan kalmak için çalışan insan, hemen hepsi Yeni Kantolar’da ayraca aldığım, son kertede sorunsal olarak gördüğüm şeyler. Çağdaş felsefenin, ontolojinin sorunsallaştırdığı insana ait sorunlar şiirsel gerçekliğe dönüştürüldü bu kitapta. Modern şair için ‘dünyada olmak’, bilginin içsel yaşantı ile sınanmasını, sonra da kültürel bağlamlarının açığa çıkarılmasını, özne nesne ilişkisinin insani boyutunun kavranmasını gerekli kılar.
Kültürel bağlamlar da, göndermeler de şiir diline dönüştüğü noktada, biçem, biçim, yapı, anlam ve ses olarak geri dönüyor.
Mersin, bu güzel Akdeniz kenti, dünyaya doğru yürüdüğüm mekân oldu. Bu mekânda varoluş kaygılarımı Deniz, Su imgeleriyle, ölüm-dirim sorunsalını Pars imgesiyle aktarmaya çalıştım. Işık, gölge imleri ise nesnesinden uzaklaştırılan insanın ‘bütünselliğini’ kuran imler oldular.
Eşitsiz, adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz. Yeni Kantolar, yoğun protestosunu, temel değerlerin yok edilişine yöneltiyor.Yoğun protesto derin yapıdadır. Yüzey yapıda tüketilen retoriksel bir şiir değil şiirlerim.
Yeni Kantolar’ın göndermeleri de çok geniş bir yelpaze oluşturuyor: Celâl Soycan, Ayşe Aydoğan, Veysel Erol gibi dostlarımdan anneme, Kazım Koyuncu’ya, Cenk Koyuncu’ya, Azer Yaran’a, Mersin’e, sokaklarında peşimi bırakmayan ölüm duygusuna, büyük dönüşümlere, Metin Cengiz’e, Sina Akyol’a, yalnızlıktan yontulan gündelik hayatıma, imgelem dünyama (iç hayatıma), Ezra Pound’a, Eliot’a, Octavio Paz’a, Rene Char’a, şarkıcı Feyruz’a, Beyrut’lu-Kudüs’lü çocuklara, sıkıdüzen şiirlerin içinden göndermelerle ilerler.

- Şiirlerinizde anlam katmanı denli ses katmanı da fark ediliyor. Dize örgüsündeki sesler (sesli ve sessiz harflerin oluşturduğu müzik) ile tekrarlanan sözcüklerin meydana getirdiği müzik birleşerek armoniye yol açıyor. Ne dersiniz?

- Şiirimin ses katmanına dikkati çektiğiniz için teşekkür ederim. Modern şiir, yazı-şiirdir. Doğaçlama söylenen şiir modern öncesinin şiiridir. Şiir felsefem, ‘şiir yapmak’, ‘şiir yazmak’ olarak özetlenebilir. Şiirlerimin armonisi sıkıdüzen bir çalışmanın sonucudur. Türkçenin ses dizimi gözetilerek oluşturulan bir armoni söz konusudur. Sözcüklerin benzeş ses yapıları, vurgu ve ezgileri bilinçli olarak kullanılarak şiirsel bir ritim oluşturuldu. Sözcük düzeyinden dize düzeyine sıçrayan ses düzeni, düzenli aralıklarla yinelenerek uyumlu sesler oluşturuldu. (Şiirlerime, Sesbilim açısından yapılacak bir çözümleme ses düzenini açığa çıkaracaktır.)
Modern şiir, ölçüye, uyağa yüz vermeyen, ama dizeler arası içsel seslerle, sözcük yinelemeleriyle, dize bölmelerle, harflerin sesleriyle, titreşimli, titreşimsiz ünlüler ya da ünsüzlerle bir ritim düzenini içerir. Bu ritim düzeni düzyazıdan farklı bir sözdizimine yol açar. Kimi zaman kırılarak oluşturulan dizenin ( ki klasik, uyaklı dize değildir) sözdizimi, söylemin biçemi gibi şiire ait öğeler ses ve anlam bütünlüğünü bir yapıya taşırlar. Yeni Kantolar, dilin ses oluşturucu biçimde kullanıldığı sayısız şiirleri içerir. Bir örnek vereyim:

Bakarken bakarken öyle derinden
Öyle kendiliğinden hüzündür baktığı
(s.19)

Yeni Kantolar’da, ses yapısı bakımından sözcük yinelemeleri özel bir yer tutar. Sözcük yinelemeleri, bazen dizelerin başlarında, bazen de dizelerin sonlarında yapılmaktadır. Ünsal Özünlü, ilkini önyinelemeler, ikincisini ardyinelemeler olarak adlandırıyor***: “Şiirde herhangi bir sözcük yinelendiği zaman, o sözcüğün sesleri yinelenmiş olur” diyor. Yeni Kantolar’da su ve deniz ardyinelemeleri, “ Ben, Ben de, Benim “ ya da “Bir” yinelemeleri önyinelemelerdir. Sözdizimi yinelemeleri de değişik anlam ve ses blokları oluşturur.

- Kantolar dönemi şiirlerinizin ‘semiyotik birliğini’ bilinen anlamları dışında kullanılan birkaç sözcük sağlıyor gibi. Siz de ifade ettiniz gerçi, pars, deniz sözcükleri bilinen anlamları aşılarak kullanılıyor ve ‘semiyotik birliği’ bu sözcükler sağlıyor. Bu sözcükler şiirinizin matrisi olabilir mi? Bütün şiirsel yapı bu çerçevede kuruluyor denilebilir mi? Göndermeleri de andınız. Onlar da yapıyı kuran öğeler değil mi?

- Pars, deniz, su sözcükleri neredeyse gösterdikleri nesnelerden kopartılmış durumda. Bu sözcüklere yüklediğim anlamlar farklı. Bu sözcükler birer şiirsel imdir. Bu imler birtakım insani sorunsallara gönderirler sadece. Örneğin Pars, insanın çözümsüz sorunsalı ölüm-dirim sorununa gönderir. Rifaterre bunu “mimetik anlam” olarak adlandırıyor. “Hermeneutik anlam” öteki düzeyi oluşturur. İmler, göndermeler şiirlerimin “semiyotik birliğine”, bir de anlamlandırmaya yönelik bir işlev yüklenirler. Ama şiirimin matrisi bu imler, gönderme işlevi yüklenin sözcükler değil, hermeneutik düzeyde (derin yapıda) oluşan anlamlandırmalardır. Bu anlamlandırmaların neler olduğunu benim söylemem doğru olmaz. İyi şiir okuru bunları sezinler, ortaya çıkarır.

- Çağdaş Türk şiiri ile dünya şiiri bağlamında şiirlerinizi nerede görüyorsunuz?

- Kantolar dönemi şiirlerimi, şiir dilimde kırılmanın gerçekleştiği bir dönem olarak görüyorum. Gündelik dile değil, nice şiir mecrasından sonra şiir diline kavuştum denilebilir. Yeni şiir dilinin, imgelemin imleri, imgeleri olduğunu, bu yüzden anlamın şiirin kendine ve dışa birlikte gönderilebildiğini belirteyim. Şiir dili kendine dönük olduğu denli, iç hayatın dışa dönük imleridir de..Yaratıcı imgelemin sözcüklerle, sözcüklerin öteki sözcüklerle ilişkisi kendine dönük bir dile dönüştü. Bu dil elbette dışa da açık uçlar taşımakta. Şiire ait kültürel alt alan, dile ait öğeler, bilinç ve bilinçdışı, gerçek ve üstgerçek, hepsinin bir yazı-şiirde buluşması Yeni Kantolar’da görülebilir.
Kantolar’ı (2006), Yeni Kantolar’ı (2007) ‘büyük şiir’ doğrultusunda görüyorum. Büyük şiir, sorunsalını getirip koyarken yazınsal olandan ödün vermeyen şiirdir. Büyük şiir, çağının çağdaşı olan, çağının tinselliğini yansıtan, insanın zaman, mekân ve varoluş sorunsallarını “izleksel genişlik ve bütünlük, şiirsel zihniyet ve imge düzeni”(Özdemir İnce, Tabula Rasa, s.22) içinde aktaran şiirlerdir. Büyük şiir, insanın hayatını, tinselliğini, doğa-insan, nesne-insan bütünlüğü içinde kuran ve yazınsal olarak yineden üreten şiirdir. Evrenseldir. İnsanın acılarını, sevinçlerini, hüzünlerini eşgüdümlü imge düzeniyle aktaran, imge düzeniyle yeni, biçimiyle yeni şiirdir.“Yeni Kantolar”, şiirsel söylem, biçim ve biçem, şiirsel dilin yapısı açısından böyledir.
Benim ilk yapıtlarım 1970-1980’lerin ‘dönem ruhuna” bağlı şiirlerdir. Şiir dilimdeki kırılma Gökyüzünün Fıskiyesi ile başladı, Denizin Uykusu Üstümde ile devam etti; Kantolar dönemi (2006-2007), şiir dilimdeki kırılmanın tamamlandığı dönem oldu. Yeni şiirlerim, bugün yazılagelmekte olan Türk şiirinden farklıdır. Bu fark, biçim, biçem, yapı, insanın tinselliğine yaklaşım, izlek genişliği ve imge düzeni farklılığıdır.


* Zaman Dükkânı, Sayı: 2, 2006
** Yeni Kantolar, Ahmet Ada, Şiirden Yayınları, 2007
*** Edebiyatta Dil Kullanımları, Ünsal Özünlü, Multılıngual, 2001
Ahmet ADA


UMARSIZ AŞK

Telefonun öbür ucunda çiçek açıyor sesin.- Çık gel,
diyorsun. Sesin yağmurun çok yakından sesi. Oysa yaz bak-
tım ki beni bekliyor. Camgüzellerinin kırmızısı saçlarının
içinde. Başını koyuyorsun dizlerime. Saçların çay kokuyor.
Gövdene sarılıyorum birdenbire sevdanın sesi. Damağımda
öpüşlerin sonsuz sesi. Bulutlar akıyor gövdemizden.

Çay demliyorsun hüzne benzer
Kaç yaz var içinde, umutsuz kaç aşk
Biliyor musun yeryüzünde hiçbir
Aşk yok ki benzesin bizimkine

Çalıyorum kapını eski bir hüzün
Yaz eteğinde kanatsız bir kuş
Hiç yaşamamış olacağız nasılsa bir gün
Kuşlarla dolu bu göğü


AMOUR SANS ESPOIR


A l’autre bout du fil ta voix flerit. – Mets-toi en
route et viens, dis-tu. Ta voix est tres proche du murmure de la pluide.
Cependant j’ai vu que l’ete m’attendait. Le rouge des balsamines
est dans tes cheveux. Tu poses ta tête sur mes genoux. Tes cheveux
sentent le the. J’etreins ton corps soudain surgit la voix de
l’amour. Sur mon palais le bruit sans fin des baisers. Les nuages
coulent de Notre corps.

Tu fais infuser le the cela ressemble a la tristesse
Combien d’etes ya-t-il dedans et d’amours sans espoir
Le sais-tu sur la tere il n’est
Aucun amour qui ressemble au nôtre


Je frappe a ta porte une vieille tristesse
Au debut de l’ete il ya un oiseau sans ailles
Qudi qu’il en soit un jour nous n’aurons jamais vecu
Ce ciel plein d’oiseaux

Çeviren : Jean-Luis Matteı

1 Nisan 2008 Salı



30 Mart 2008 Pazar


ŞİİR BAŞLIKLARININ DOĞASI

AHMET ADA

Şiirin başlığı her şeyi midir? Şiirin başlığı şiirin her şeyi değildir. Şiire başlık şiirin anlamını ya da izleksel, içeriksel bütününü imlemek için konulur. Şiirin varlıklarla, nesnelerle kurduğu ilişkinin neyi anlamlandırdığı başlıktan, başlığın çağrışım düzleminden çıkarabilirse, şiirin başlığı işaret fişeğidir.

Şiir başlıkları şiirin anlamsal alanını imleyen özellikleriyle kimi zaman bir sözcükten, kimi zaman söz öbeğinden, kimi zaman şiirin anlam alanını imleyen şiirin içinden alınan bir dizeden oluşur. Kimi zaman da tam tersi, anlama karşıt olarak, şiirin ‘biçimsel’ yönünü vurgulamak için şarkı, türkü, kanto, gazel, sone, balad gibi başlıklar alır. Bu durum, şairlerin izleksel genişliğe açılmalarına engel değildir. Bazen de, bu tür şiir başlıkları altında insanın temel sorunsalları (varlık, yokluk, ölüm vb) izleksel genişlik ve bütünlük içinde dile getirilir. Reguiem gibi tek izleğe yönelik şiir başlıkları da görülmektedir. Klasik müzik terimlerini şiir başlığına taşıyan şairler var: Şiir müzik ilişkisine dikkati çekmektedirler. Yalnızca, ‘Şiir’ başlığını taşıyan şiirler, okuru şiirin kendine göndermekle yetinmezler, nesnesine yönelik anlamlandırma işlevi de yüklenirler.

Bir ayraç açıp konuya ‘klasik şiir’ ile ‘modern şiir’ bağlamında bakabiliriz. Modern öncesi klasik şiir, genel olarak gidimli dille kurulduğu için, şiirlerin başlıkları da anlam iletici nitelikleriyle öne çıkar. Modern şiir, gidimli dille değil, gidimsiz dille, anlam iletici değil, anlam kurucu bir dille yazıldığı için, şiir başlıkları da şiirin anlamlandırdığı çok katmanlılığı imler niteliktedir.

Modern şiir, malzemesi dilin bütün olanaklarını kullanarak, sözdizimi, söylem, anlam, yapı, ses, kurgu olarak kendini bütünüyle yenilediğini söylemek bile fazla. Klasik şiirle tıkanan şiirsel anlam parçalandı. Şiir, yüzey yapıda tüketilen ‘retorik’ olmaktan çıkarılarak, imgenin yüzey yapıdan derin yapıya geçmesi sağlandı. Böylece çok katmanlı, çok sesli bir şiir oluştu. Şiir başlıkları da sözcüğün kendi değerleriyle ifade edilir hâle geldi. Şair, verili dili değiştirmeye, başka bir dil kurmaya yöneldi. Bunu biraz açayım.

Modern şiirin dili, gidimli dilin içinden koparak kurulan yeni bir dildir. Bu dil, kendine dönüktür; kimi zaman da müzikteki armoni gibi ezgiseldir. Anlamsa dondurulamaz niteliktedir, durmadan işler. Dil, eksilti yoluyla çok katmanlı anlam üretir. Dilin en küçük birimi sözcük, eksilti yoluyla ses ve anlam üretimine katılır. Melih Cevdet Anday, “Gerçekten de modern şiirde “sözcük” büyük bir nitelik göstermiştir. Bunu anlamadan modern şiire yaklaşmaya olanak yoktur. Evet, şiir duygular, düşüncelerle değil, sözcüklerle yazılır, ancak bu sözcük artık gücünü “bağıntı”lardan almaz, kendi başına vardır. Mallarme bunu biliyordu” derken modern şiirin temel bir özelliğine vurgu yapar. Açalım: Sözcüğün gücünü “bağıntı”lardan almaması ne demektir? ‘Dil birimleri arasında dizisel (paradigmatik) ya da dizimsel (sentagmatik) düzlemde kurulan ilişki’nin olmaması demektir.

Şimdi, Özdemir İnce’nin çevirisiyle Rene Char’ın bir şiirini alalım:

TEKRAR KALKAN TIRPAN

Ölüler sığırtmacı sopasıyla vurduğu zaman,
Yaza adayın dağıtmış rengimi.
Şaşırtın bir çocuğu masmavi yumruklarımla.
Yerleştirin yanaklarına lambamı ve başaklarımı.

Çeşme, kendi dar köşesinde titreyen çeşme,
Saçıp savurursun kazancımı kırların sonsuzluğuna.
Nemli eğreltiotundan ateşli mimozaya,
O eksik yaşlı ile yeni gelen arasında,
Eğilip şöyle diyecek size sevme duygusu:
“Yalnızca burası var, talihsizlik her yerde.”

Rene Char’ın şiirinde sözcükler güçlerini “bağıntı”lardan almayıp çağrışım güçlerinden alırlar. Kırsal alanı, doğayı imleyen sözcükler bir araya gelerek, şairin çocukluk evrenine gönderir okuru. Şiirin başlığı ‘Tekrar Kalkan Tırpan’ şairin belleğinin imgelerindendir. Şiiri yapılandıran sözcükler kırsal yaşantıyı imleyen sözcüklerdir. Ne ki, belleğin ve imgelemin savrukluğu içinde bir araya gelerek ‘yaratım’ niteliği kazanırlar. Belleğinden, imgelem dünyasından açığa çıkan bu sözcükler, benzer sözcüklerle ‘birlik’ oluşturarak şiirin yapısını kurar.

Sözcüklerin gücünü ‘bağıntı’larından değil, kendi değerlerinden aldığı, sözcük ilişkileri anlam üretmeyen şiirler de yazılıyor. (Yazılsın. Modern şiir deneyselliklerle kendi zeminini bulur.) Anlamla ilişkilerini ‘anlam kurmak’ ekseninde tutan; varlığı, doğayı, nesneyi, dünyadaki duruşu içinden, çok katmanlı, çok sesli anlamlandıran şiirler de yazılıyor. Modernist yönelimler, sözcüğü basit bir im olmaktan çıkararak, ona kendi değerini veriyor. Sözcüğün yeni konumu, şairin başka-dil kurmasına olanak sağlıyor. Ancak, kurulan başka-dil’in yaşamın içinde deneyimlenmesi, başka bir deyişle, nesnel bağlılaşığının olması, alımlayıcının zihninde yeniden üretilmesine yol açar. Bu olmazsa şiir boşlukta kalır, kalıyor. Bir şey anlatmaz şiir ortaya çıkıyor. Modern şiirin bildirişim amaçlı olduğu düşünülünce, başka-dil’le kurulan sözdiziminin standart ezberleri bozmasına karşın, şiirin bildirişim işlevi tamamlanmıyor.

Klasik şiir gösterge ilişkilerine fazlaca gömülü bir şiirdir. O nedenle, şiirin başlığı şiirin anlamlandırdığını imler. Modern şiir yalın değil, derin, karmaşık, grift bir yapıya sahip olduğu için, şiirin başlığı dolayımlı ve çağrışıma açık, şiirin semiyotik birliğine yöneliktir:
a) Modern şiir bir şeyi temsil etmez. Temsil edilmeyeni, görünmeyeni anlamlandırır.
b) Modern şiir, hem temsil edilmeyene yöneldiği için, hem de gerçekliği mimetik anlamda değil, yeniden ve dönüştürerek kurguladığı için, şiirin başlığı da mimetik şiirde olduğu gibi şiirle birebir örtüşmez.
c) Modern şiir, “ses ve anlam bütünlüğü, izleksel genişliği ve bütünlüğü, çağdaş bir zihniyet dünyası ve imge düzeni” olan şiirdir. Bazı modern şiirler, görsellik ve ses üzere kurulmuştur.
d) Modern şiir, salt iletişim-bildirişim amacı olan şiir değildir. Sezgileri ayaklandıran, şaşırtan şiirdir. Salt gerçekliği yansıtmayı amaçlamaz, gerçekliği ‘yaratı’ ile dönüştürmeyi, ‘yazınsal gerçeklik’ kılmayı amaçlar.

Modern şiirlerde şiirin başlığı şaşırtıcı olabilir: Örneğin Behçet Necatigil’ın “Kaknus” şiiri, doğu mitolojisinde, gagasında üç yüz altmış delik bulunan, bu deliklerden değişik sesler çıkaran kuşu değil, insan yaşamının döngüsünü, yaşamın acımasız çarkını imler. “Kanatlar – tutuşuyorlar karanlık” dizesi yaşamın zorluğuna gönderir okuru. Yine, Necatigil’in “Daktilo” şiiri, insanın ezilmişliğini ironi ile aktarır. Şiirin başlığı ile içeriği arasında bir uyumsuzluk varmış gibi görünmesine karşın, şiiri kuran özne, ‘daktilo’ üzerinden insanın sorunlarını dile getirir.

Elbette, her şiirsel metni önce yazınsal dili ve dilin kurduğu yapısı içinden okumak gerekir. Şiirin dışarıdaki dünya ile ilişkisi yazınsal yetkinlikle kurulabilir. Şiirin başlığı, şiirin yapı olarak ilettiği bildirisini imler ya da imler nitelikte olmalıdır. T.S. Eliot’ın Çorak Ülke’si alıntılar, anıştırmalar, metinlerarası ilişkilerle örülmüş çok zamanlı bir şiirdir. Çeşitli bölümlerden oluşur. Her bölüm bir ‘başlık’ altındadır. Şiirdeki başlıkların altındaki izlekler farklıdır. Şiirin bütünü çağın özünü ve niteliğini kavramaya yöneliktir. Ezra Pound’un Kantolar’ı da öyledir. Kantolar, dünyasal içeriğiyle, kültürel ve mitolojik göndermeleriyle, çağımızın niteliklerine uzanan ipuçlarıyla devasa lirik şiirlerden oluşur. Kanto başlığı altında “İlkçağı, Rönesans’ı, çağdaş dünyayı” dile getiren bu şiirler çok zamanlı, çok seslidir. Kantolar, kitabın da adı olur.

Kitaplarıma henüz girmeyen “Terzi Sarkis” başlıklı şiirim başlığıyla örtüşen içeriğiyle dikkati çeker:


TERZİ SARKİS

Gürültüsüz bir sabahım olsun gerisi boş
Vaktim olsun kumaşı kesecek iğneyi tutacak
Başka ölüm yok ilikler açılmış olacak
Rakılar denize karşı, iplikler iğneye
Hiçbir şey yarım kalmasın
Döküntülerin toplanması bile

Büyük olsun makas denizi biçeceğiz
İnsandaki kof benliği, gözüpeklik işte,
Vatkalar şeritler mandallar kalsın
Şöyle dik dur yavrum ölçünü rahat alayım
Bu kömür kokusu öldürür adamı
Bozulmuş dünyanın ayarı – saat kaç,
Eskiden böyle değildi bu sokaklar
Kırlangıçlar eksik olmazdı, insanlar
Seçkindi bir damla yağmur kadar

“Geçtim. Geçtiler oradan
Terzi Sarkis yazıyordu tabelada
Cenaze nedeniyle kapalı”

Şiirde görüldüğü gibi, Terzi Sarkis’in söylemiyle oluşturulan şiir önce terzilik mesleğiyle ilgili göstergelerle, eşya ve nesnelerle bir mekânı imler. Göstergelerin birliği içsel monologla aktarılır. Son üç dizede söylem çatallaşır. Terzi Sarkis’in söylemi biter, dışsal söylemle şair özne devreye girer. Zaman farklıdır. ‘Cenaze nedeniyle kapalı’ sözcesi ile Sarkis’in ölümü aktarılır. Burada dikkati çeken nokta şiir başlığı ile şiiri yapılandıran göstergelerin birliğinin üst üste örtüşmesidir.

Şiir başlıkları, evet, oradan başlar şiir.