Ahmet Ada’dan yeni
şiirler:
“Yağmur Başlamadan
Eve Dönelim”
“Tarih de, doğa da, nesneler de şiire dönüşüyor elimde”
"Ey
dünya, tüm ışıklarını yak benim için."
Ahmet Ada'nın yeni şiir kitabı, "Yağmur
Başlamadan Eve Dönelim" raflardaki
yerini aldı. Yeni kitabında düzyazı şiirin olanaklarını deneyen şair,
"Gezi şiirleri" ile o görkemli isyanı selamlarken kitaptaki bir
bölümle de Ahmet Erhan'ın anısını yaşatıyor. Canan Güldal'ın desenlerinin yer
aldığı kitapta şairin portre çizimini Köksal Çiftçi yapmış. Ahmet Ada’yla yeni
şiirlerini konuştuk.
Mitat ÇELİK
-Yeni kitabınız ‘Yağmur
Başlamadan Eve Dönelim’de (YBED) bozuk düzen yollarda yürüdüğünüz görülüyor.
Ülkemizin sorunları işaretleyen şiirler mi bunlar?
-Toplumsal ilgileri olan ve olup
bitene duyarlı şiirlerden oluşan bir kitap oldu bu. Tarihe şiirle not düşmüşüm.
Örnekse “Kandiller” şiiri. Oral Çalışlar’ın bir yazısında okumuştum. 1915
Ermeni olayları. Diyarbakır’da, Dicle nehriyle Ermeni aileler sürgüne
gönderilmiş. Her yıl Dicle üzerindeki köprüde o günleri anımsatan bir ritüel
yapılıyor. Karpuzlar kesilip içine yanan kandiller oturtuluyor. Gece, kandiller
yanan karpuzlar nehre bırakılıyor. Gidenler anılıyor. “Kandiller” bu bağlamda
nesnel bağlılaşığı olan şiir. Halkın belleğinde yaşayan olaylar zinciri şiir
diliyle yeniden kuruluyor. Sonra “Ahmet Erhan’a Anmalık” şiiri. Gezi şiirleri.
Taksim’deydim. Tanık oldum isyana. Mersin şiirleri doğa tutkumdur.
-“Taşın Sesi”nden
hemen bir yıl sonra yayınlanan ‘Yağmur Başlamadan Eve Dönelim’ düzyazı
şiirlerin ağırlıkta olduğu bir kitap. Bunu konuşalım mı?
-Düzyazı şiir, şiirin en zorudur.
Ölçü ve uyak ortadan kalktığı için düzyazıya yakalanmak tehlikesi var.
Şiirselliği, yoğunlaştırılmış söz oluşundan, imgenin ifade olanaklarını
kullanışından gelir. Şiir tümceleriyle yazılır. Çok biçimli bir yapıda
olabilir. Düzyazı şiir çağdaş şiirsel söylemin bir kazanımıdır. Düzyazı şiir
şiirli düzyazı değildir. Şiirli düzyazı, düzyazıya aittir. Düzyazı şiir (poeme
en prose) tam anlamıyla şiir olan düzyazıdır. O nedenle ‘düzyazı şiir’ denilir.
Batı’da, Fransa’da, ‘düzyazı şiir’ yazılana kadar şiir birçok evrim
geçirmiştir. Dizeden, ölçü ve uyaktan, kısaca klasik şiirin biçimselliğinden
koparak özgür şiirsel söylem ve alan oluşturulur. Suzanne Bernard’ın ifadesiyle
şiir “sıkı doku, kısalık, etki yoğunluğu,
organik birlik” gibi nitelikler kazanır. Üstgerçekçiler düzyazı şiiri bir özgürlük alanı olarak
görürler. Bizde Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Ece Ayhan, İlhan Berk,
Sabahattin Kudret Aksal gibi öncülerin yazdığı düzyazı şiirler özgür şiir
çalışmalarıdır. Gelenekle bağları yoktur. Temeli şiir diline dayanır. Özdemir
İnce, “Çağımızın şiir sanatını kavramak, Lautremont ile Rimbaud’nun düzyazı
şiirlerini anlamaktan, bu iki dâhinin sunduğu özgürlük alanlarını kavramak ve
bunları kullanmaktan geçiyor. Bu, Fransız şairleri için olduğu kadar, Türk
şairler için de geçerli” diyor. Öte yandan Susanne Bernard, düzyazı şiirin
“basit bir şiirsel biçim yenileme girişiminden” çok farklı bir girişim, “bir
başkaldırı ve özgürlük tarzı” olduğunu yazıyor. Yazdığım düzyazı şiirler kısa
ve yoğunlaşmış şiir tümceleriyle oluşan izleklerdir. Biçim ve izlek üst üste
gelerek birbirini tamamlar. Hiçbir şiir tümcesi ötekinden bağımsız değildir.
Bağlam içindedir. Bir izlek oluşturmak için vardırlar. Yüzey yapıda düzyazı
biçiminde görünmesi yanıltıcıdır, anlam ve anlamlandırma derin yapıdadır.
-Düzyazı şiirlerinde sen’e sesleniş var:
Bazen Naz, bazen otobüs bekleyen kızlar, doğa, sökülen ağaçlar; kısaca bir
görüntü bolluğu içinde düzyazı şiirler: “Patikanın çiçeği doruğa tırmanacak
denizi görmek için” (s. 18) diyorsun. Belleğiniz böyle mi çalışıyor?
-Bellek
yakın tarihle birlikte çalışıyor. “Ağaç” denince Gezi İsyanı imgelemin
derinliklerinden öne çıkıyor. Birbiriyle ilintisiz gibi duran iki olgu iç içe
birbirini çağırıyor: “Onlar Gezi
Parkı’nda da görüldü, İstiklal Caddesi’nde de. Ve onlar için ‘çapulcu’ denildi.
Kırmızılı siyahlı gözüpekti topuklarına dek onlar.”(s. 20). Şiirin belleği,
doğa deyince özgürlük için mücadeleyi çağırıyor. Yazılan şiir düzyazı şiir de
olsa, imgelem ve imge buluşması şiiri berraklaştırıyor. Belki berraklaşan şiir.
Belki de onların özgürlük, eşitlik ve adalet taleplerini dile getirdikleri bir
karnaval bu düzyazı şiirler. Ama şu kesin: Dilin yoğun haliyle doğa / kültür
ikilemi aşılıyor, insanın içindeki ya da imgelemindeki doğa açığa çıkıyor: “Çekilirken Fenike güneşi Gezi Parkı
üstünden” (s. 22). Anakronik geçmiş. Bugün, dün, tarih birbirine karışıyor.
Hem yalın, hem karmaşık bir dünya dile yansıyor.
-Yeni şiirlerinizin bir komşusu var mı? Şiiriniz nasıl değişim geçirdi?
-“Yağmur
Başlamadan Eve Dönelim”, Rene Char’ın şiirlerine, bir de Melih Cevdet Anday’ın
“Rahatı Kaçan Ağaç’ına komşudur. O Etlik’ten geliyor Mersin’e. İkisi de
Mersin’de deniz kenarında oturuyor. Dünyadan uğultular alıp veriyorlar. Bütün
dertleri ‘büyük insanlık’. Boyunlarında asılı davulla ezilenlerin,
ötekileştirilenlerin sesi oluyorlar. Tarihsel bir kırılma olan Gezi İsyanı’nın
ruhuyla dolu olarak Ahmet Erhan’a uğruyorlar. Rüzgârı önüne katıp kovalayan
Ahmet Erhan sabah davullarıyla Mersin’e dönmeyi düşünüyor. Belki bütün bunlar
olmasını istediğim kurmaca şeyler. Şiirim biçimsel olarak bir değişim geçirdi
elbet. Düzyazı şiirin bütün olanaklarını kullandım. Sonra, “Ahmet Erhan’a
Anmalık” şiirinde, ölümü ironiyle aşmaya çalıştım diyebilirim.
-Adını andığınız şiirdeki ironi dikkatimi
çekmişti. Bunu konuşalım mı?
-Adları Ahmet olan üç şair: Ahmet
Erhan, Ahmet Telli, Ahmet Ada. Şiirde kurgusal düzlemde bir orkestranın elemanı
olarak yer alırlar. Ahmet Erhan’ın âni ölümü, “Biz üç Ahmet’tik kaldık iki” dizesiyle aktarılır. Öznenin
imgeleminde Gezi İsyanı vardır. Çağdaş Türk şiirinin 1970’ler ve 1980’lerdeki
kurucu üç adının bir orkestranın çeşitli çalgılarını çalan elemanlar olarak
kurgulanışı, hem başlı başına ironidir hem de şiirlerinin farklılığının
işaretidir. İroni, erken ölümlerle hesaplaşma olarak algılanmalıdır. Ahmet
Erhan’ın erken ölümü, Gezi İsyanı’ndaki ölümler: “Ah Ahmet dedim kendi kendime: Erken gittin orkestrayı bırakıp. Çelloyu
deneyecektik daha. Akasya sesiyle folkloru ” (s. 88) dizelerinde Ahmet’e
değil, onu aramızdan erken alan ölümedir ironi.
-Sizce nasıl bir
kalkışmaydı Gezi?
-Gezi
İsyanı gençliğin kolektif öfkesiydi. Sonuçları oldukça insanî boyutlara
dönüştü. Kardeşlik ve dayanışma ruhu bütün bir halk kesimlerini bir araya
getirdi. Siyasal iktidarın ayrıştırıcı, ötekileştirici söylemi de dayanışma
ruhunu engelleyemedi. Uzun süre ekonomik, kültürel, siyasal, hukuksal,
toplumsal olarak baskı altında tutulan toplum Gezi olaylarıyla ayağa kalktı.
Gençlik, bu hareketlenmeyi isyana dönüştürdü ve isyan kısa sürede Türkiye’nin
bütün parklarına yayıldı. Siyasal iktidarın baskı ve zulmü artmış ama direniş
de başka boyutlara taşınmıştır. Direniş boyunca, Türkiye’nin bütün kentlerinde,
müziği, resmi, fotoğrafı, şiiri, duvar yazılarıyla bir ‘direniş sanatı’
oluşmuştur.
-İmgenin temel koyucu bir işlevi var
şiirlerinizde. Düzyazı şiirlerinde de yazınsal imge var: “Yaz, kiraz küpeli bir
kız, ulaşılmaz güzellikte.” (s. 25).
-Düzyazı
şiirin de temel koyucu öğesidir imge. Bakın, alıntıladığınız dizedeki
sözcüklerin birbiriyle ilişkisine: Yaz, kiraz, kiraz küpeli kız yaza güzelleme
yapıyorlar.
-“…ey geride kalan
kartal gençliğim, farkındayım yarı yolu geçtiğimin, o yüzden göçük bir yanım”
(s. 29) diyorsunuz. Yaşlılık nasıl bir şey?
-Yaşlılık, geldiğini fark etmediğiniz
bir şey. Her şey yavaş yavaş oluyor. Ama önemli olan zihinsel olarak yaşlanmamak.
Sonrası ölüm. Bir yerde söylemiştim galiba,
toz direği olmak istediğimi. Bir başka şey doğa algısı. Doğa, bütün
varlığının büyüsüyle, görüneni görünmeyeniyle, yaşlılıkta her kıpırtısıyla
içimde değer kazanıyor.
-Şiiriniz başlangıçtan beri muhalif bir şiir.
Öyle ki, düzyazı şiirlerin bile söylemi muhalif. Birdenbire karşıma çıkabiliyor
muhalif bir şiir tümcesi: “Saklı ormanlara giriyor yer altı cephesi” (s. 56)
diyorsunuz. Yanılıyor muyum?
-Hayır, yanılmıyorsunuz. Muhaliflik
okunabiliyorsa sevindirici bir durumdur. Küçük düzyazı şiirlerde mimetik anlam
düzlemini dilsel imler ve göndermelerle kurarken hep şunu düşündüm: Muhalif
söylem, mimetik anlam düzleminde öne çıkacak mı? İnsanın özüne aykırı,
insanlığa sığmayan bütün edimlere karşı geliştirilen muhalif söylem göndermeler
düzleminden okunabiliyor demek ki!
-“Müzik, şiir”
başlıklı şiirinizde bütün hayatı, nesneleri, mevsimleri, fabrikaları, tersane
işçilerini müzik olarak algılıyor – yansıtıyorsunuz. Neden?
-Müzik,
bana büyülü bir sanat olarak görünmüştür. Nesnelerin, doğanın, evrenin kendi
için müzik ürettiğini düşünürüm. Müzik erinçtir.
-“Cellât Çağı” başlıklı şiirde “Ve boynumuz Emrah, sevdamız Karacaoğlan,
isyanımız Pir Sultan’ı” (s. 40) diyorsunuz. Halk ozanlarının kimliğinde Anadolu
insanının kısa tarihini bulmak olasıdır. Yunus Emre için “maviydi
soluğu”demişsiniz. Sonra, cesetleri kuyularda bulunanlara, kayıplara
gönderiyorsunuz okuru.”Bağ bozan adamlardık eskiden, İbrahim’in işkencede
öldüğü yıl mevsimler değişmişti ve biz güzellik olmuştuk.” Türkiye’nin acılarla
dolu yakın tarihine kısa yolculuk gibi bu şiir.
-Şiir
tarih buluşması diyebiliriz. Acılar unutulmuyor. Deniz’ler, Mahir’ler, İbrahim
Kaypakkaya’lar, isyan ve acılarla oluşan tarihin ucu Gezi şiirlerine ulaşır.
Özgürlük, eşitlik ve adalet için, boşaltılmış, yakılmış köyler için şiir.
Alışılmamış bağdaştırmalar, yalın imgeler ve içimdeki doğa yalnız şiir için.
Sözcükler de öyle. Tarih de, doğa da, nesneler de şiire dönüşüyor elimde.
-“Yazdır, bir öküz
yavaşlığıdır zaman” (s. 55) gibi imgeler şaşırtıcı değil mi?
-Doğanın
kendisi olmuş insan için yaz aylarının günleri uzundur. Bir öküzün yavaşlığında
geçer. İmge, imge olsun diye yapılmış değildir, bir gerçekliği dile getirmek
için yapılmıştır. Somuttan soyuta doğru işleyen bir kuruluşu var. Şaşırtıcı mı?
Sanmıyorum.
-Aslında yaşadığımız
kent Mersin’den, opera binasından, denizden, Toroslar’dan imgeler var “Son Şiir” adını taşıyan düzyazı şiirinizde. Poetikanız
belirgin: “Şiirlerinde tonal, düzyazı şiirlerinde atonal anahtarı kullanır.”
-“Yağmur
Başlamadan Eve Dönelim” için çizilmiş bir poetika değil bu. Genel anlamda şiir
ile düzyazı şiirin ayırt edici ölçütleri böyledir. Düzyazı şiirlerde ses olgusu
azdır. Şiirde ise ses ve anlam birliktedir. Şiiri, dünyanın seslerinin dolduğu
opera binasına benzetme bundan dolayıdır.
-Düzyazı şiirlerden
sonra “Sonrası ağustos” bölümündeki şiirler, Ece Ayhan’ın tanımıyla “sıkı
şiir”. Martıyı şapşal, güneşi çığırtkan olarak niteliyorsunuz. (s. 67). Neden
böyle?
-Tam
bilmiyorum ama belki gerçekliğin güzellemeye
dönük yönünü ters istikamete çevirmek, okuru şaşırtmak, olabilirliğin
görünümünü göstermek içindir. Şaşırtıcı olmak güzeldir. Öteki şiirlerde de var
alışılmadık bağdaştırmalar: Rüzgârın
çıkrığı, güneşin terazisi gibi. Türkçenin varsıllığı işte.
-Poetik yazılarınızda
dizeler arası bağıntısızlık ya da “bağlam” dediğiniz şey “Hüzün” başlıklı
şiirinizde belirgin: “Her şey ağustos değildi / Akşam, yere düşen iğne, / Uzun
aynalar, taş ustaları / İlgisiz nesneler de” (s. 77). Ne dersiniz?
-Modern şiir, sözcüğü öncelediği,
onda patlama yarattığı, böylece değerini açığa çıkarttığı için, dizeler arası
bağıntı ya da bağlama değil, sözcüğün çağrışım gücüne dayanır. Alıntıladığınız
dizeler de öyle: “Her şey ağustos
değildi” dizesinde düğümlenir öteki nesneler de, akşam da.
-Gezi parkı türküsü,
Kuğulu park türküsü, Çapulcunun türküsü, Taksim türküsü, Ali’ye ağıt şiirleri
göndermeleriyle Gezi isyanı için yazılmış şiirler. Çapulcunun türküsünde,
“Haydi, güzel kırmızılı kız, sevincim / Gençken, güzelken, delikanlıyken dünya,
/ İnceydi direnişin, çoğalıyor elden ele, / Ağaçken orman oluyor düşlerimiz de”
(s. 95) dizeleriniz kırmızı elbisesi nedeniyle “kırmızılı kız” olarak anılan
direnişçiye doğrudan gönderiyor. Doğrudan ya da dolayımlı söyleyiş; bu konudaki
düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?
-Şiir,
dolayımsız söyleyişle de dolayımlı söyleyişle de yazılabilir. İsyanı sıcağı
sıcağına ve slogan kullanmadan yazmak sonu gelmez araştırma alanlarına girmekle
olasıdır. Boyuna şiirin toprağını kazmak gibidir. Gezi şiirlerinde olanı
yazmadığım açık. Direnişten, gerçekçi ve
lirik özgürlük türküsü yapan bir tutum benimkisi.
Yağmur Başlamadan Eve Dönelim, Ahmet Ada,
Ve Yayınevi, s. 98