‘TAŞIN SESİ’NDE DOĞANIN VE İNSANIN ÇIĞLIĞINI DUYMAK
Mustafa GÜNAY
“Sözcüklerin gözüyle bakıyorum
dünyaya”(Ahmet Ada)
Ahmet Ada’nın Taşın Sesi adlı yeni
kitabındaki şiirlerde öne çıkan temalar arasında şunları sayabiliriz: mağara
günlerinden bugüne insanın yeryüzü serüveni, doğa-kültür gerilimi / insanın
doğayla sorunsallaşan ilişkileri, doğa kavramı ve doğanın temel öğeleri,
insanın dünya deneyimi ve dünya algısı, insan varoluşunun sınırları ve temel
problemleri; varlık, yokluk, ölüm.
Doğa ve kültür arasında insanın edimlerine odaklanan şiirleri
okurken aklımızda bazı sorular belirir: bu şiirlerde doğaya dönüş mü, yoksa
doğaya dönüklük mü söz konusudur? İnsanın doğaya bakışında ve doğayla
ilişkisinde şiirin öne çıkardığı anlayış ve değerler nedir? Kayıp bir
doğaya ağıt mı, insanın yeryüzündeki varoluş deneyimini yenilemeye
/değiştirmeye yönelik bir çağrı mı? Bu sorulardan yola çıkarak Taşın Sesi’ndeki şiirler ve dizeler arasında kısa bir
gezintiye çıkmak gerek. Söz konusu kitaplardaki şiirler, aynı zamanda büyük ve
uzun bir şiirin parçaları gibi. Bir şiirin bittiği yerdeki ses ve anlam diğer
şiirin başlangıcını oluşturuyor.
Ada’nın
metafizik ve poetik bir yönelimle, doğaya odaklanan şiirinde, antropolojik
boyutun ön planda olduğu saptanabilir. Mağara günlerindeki insanla kurulmaya
çalışılan bir empati göze çarpıyor. Henüz doğadan kopmamış olan ve kültür
/uygarlık adlı evini inşa etmemiş olan insandan söz eden şiirler, o zamanki
insanın ruh halini ve zihniyetini dile getirir. Ancak Ada’nın şiirinde
insan-merkezci bir yaklaşım değil, insan ve doğa bütünlüğünü gözeten bir
anlayışın belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Doğaya egemen olmak yerine onun
sorumlusu olarak düşünülebilecek bir insan kavrayışına dayanan şiirlerde, doğa
insanı, insan da doğayı dile getirir. İnsanın doğaya bakışını değiştirmeye,
doğanın aynasında kendini görmeye çağıran imgelerle örülen şiirler, varlığın
sesi olarak yankılanıyor.
İnsanın yeryüzü serüvenine odaklanan şiirlerde, insanın ve
doğanın birlikte işlendiğini görürüz. Doğa derken, bir zamanlar kucağında
yaşadığı, kendisiyle iç içe bulunduğu bir yaşama ortamından bugün gelinen
noktada, tarih içinde nesneleştirilen ve nesneleştirildikçe egemen olunmaya,
tüketilmeye ve tahrip edilmeye çalışılan bir doğa söz konusudur. Kültürel
yapılanmaların zincire vurmaya çalıştığı doğanın çeşitli görünümlerini ortaya
koyan şiirlerde, bu durumun sorumlusu ya da suçlusu durumundaki insanın kendi
yüzüne bakmasına yönelik bir çağrıyı duyabiliriz. Kitabının adının Taşın Sesi olarak
konulması da üzerinde düşünülmeye değer. Yalnızca taşın değil, aynı zamanda
suyun, ağaçların ve rüzgârın sesini taşıyan şiirlerde, doğanın konuşmasına
tanık oluruz. Bir bakıma şair, insanın doğaya kulak vermesini ister. Doğayı
dinleyen ve anlayan insan, aynı zamanda kendini dinlemiş ve anlamış olacaktır.
Şiirlerde
karşımıza çıkan tarihsel serüvende doğayla birlikte insanın dönüşümlerini de
görürüz. İnsanın temel varoluşsal problemlerinin sürekliği ise, bizi dünya
deneyimi hakkında düşünmeye yöneltir. Varlık, yokluk ve ölüm kavramları ve
durumları, eski çağlardan günümüze kadar insanın düşünme ve sorgulama
çabasının ana ilgisini oluştura gelmektedir. Varlık ve yokluk arasındaki
gerilimin düşünülmesine ve anlamlandırılmasına yol açan en önemli şeylerden
biri hiç şüphesiz ölüm olayıdır. Ölümle birlikte insanın ve doğanın geçirdiği
değişmeler de insanı varolmanın anlamı hakkında düşünmeye yöneltmektedir.
İnsanın
felsefede bilimde ve sanatta (özellikle şiirde) ortaya koyduğu farklı doğa /
varlık kavrayışları söz konusudur. Ancak ne şekilde tasarlanıyor olursa olsun
doğanın kavranılma biçimi insanı da içerir. Bu nedenle modernlikle birlikte
unutulan ya da unutturulan düşünme biçimlerini hatırlamak yerinde olur. Modern
felsefe ve bilimin, elbette kapitalizmin nesneleştirdiği doğa ve insanın, mutlu
ve özgür bir beraberliği yeniden mümkün müdür sorusu şiirlerin arka planından
zihnimize sokulmaktadır.
Ada’nın
şiirinde teolojisiz bir metafizik yönelimin bulunduğu söylenebilir. Tanrının
olmadığı ya da tanrının adının anılmadığı bir doğanın ve bu doğanın içindeki
insanın varolma serüvenini ve hâllerini ele alan şiirlerde, materyalist bir
yaklaşımdan hareketle doğanın temel öğelerinden söz edilir. İlkçağ Yunan
felsefesinde karşılaştığımız dört temel öğe düşüncesi, şiirlerdeki doğa
tasarımın da ana belirleyicileri olarak işlenir. Doğanın temel öğelerinin
belirlenmesinde maddeci bir yaklaşım vardır. Ancak insan yalnızca doğayla değil
doğa-ötesiyle de ilgilidir. Olgusal ve fenomenal olanın ötesi de eski
zamanlardan beri insanın merak ve anlama isteğini harekete geçirmeye devam
etmektedir. Metafizik düşünüşün kültür ve felsefe tarihindeki gücü ve
yaygınlığı da buradan kaynaklanır. Bu noktada Ada’nın şiirinde, bilincin
bilinmezliğe doğru yöneliminde karşılaştığımız metafizik bir boyut yer alır.
Tanrı ya da tanrılardan söz edilmeyişi, metafizik yönelimin maddeciliği
nedeniyledir. Ada’nın şiirinde insan ve doğa, sorunsallaşan bağıntıları ve
dönüşümleri içinde, herhangi bir aşkınlığa gönderimde bulunmadan dile gelir.
Doğa ve kültür geriliminin tarihsel süreçteki
görünümlerini ve eski çağlardan beri insanın doğayla kurduğu ilişkileri ve bu
ilişkilerdeki sorunları ele alan şiirlerin dil ve söylem açısından da
irdelenebilecek özellikleri nelerdir? Ahmet Ada, Taşın Sesi’nde farklı bir şiir dili ve farklı
sözcükler kullanır. İlk kez bu kitapta karşılaştığımız bazı sözcükler: garip,
kısmet, nasip, kıymet vb. gibi.. Söz konusu sözcüklerin seçilmesi, dile
getirilmek istenen hususlarla ilgilidir. Doğaya yönelik imgelerin yoğunluğu ve
insana ait olarak bilinip kabul edilen bazı özelliklerin doğada da varlığının
ifade edilmesi dikkati çeker. Ağacın belleğinden söz edilmesi gibi. Bunun
gerekçesi ne olabilir? Belki de kendisini doğadan üstün gören, onu
nesneleştiren insana, doğaya dönmesi, doğayı yeniden düşünmesi ve doğayla
ilişkilerini yeniden inşa etmesi gerektiğine yönelik bir çağrı olarak
düşünebiliriz. En önemlisi de doğa ve insanın birlikteliğini ve bütünleşmeleri
gerektiğini ortaya koyan Ada’nın imgesel söylemi, geçmişten günümüze acılı bir
tarihi gözler önüne sererken, aynı zamanda bir doğa ütopyasını da usul bir
sesle dile getirmekte değil midir? Geleceğe yönelik ütopyalarda insanın
durumuyla doğayı birlikte düşünmenin gerekliğini duyuran taşın sesi ve bu sesin
ağırlığı kendini hissettiriyor.Taşın Sesi’ndeki şiirler doğanın sesi olarak,
duyulmayı ve anlaşılmayı bekliyor. Körleşen ve sağırlaşan bir çağın gözlerine
ve kulaklarına yönelik bir eleştiri de şiirlerden çıkarılabilir.
Yokluğa
uzanan ve sırdaş toprağa dokunan ayaklarıyla yeryüzünde dolaşan insanın, sesler
içindeki dünyadan, sürüp giden sonsuzluğa bakışı olarak da düşünebiliriz bu
kitaptaki şiirleri… “Doğa başsız ve sonsuz” diyen şair, varlığın gizemini
çözemeyen ve “zamanın boşluğunda avare” dolaşan insanın serüvenini, eski
çağlardan yirmi birinci yüzyıldaki durumu arasında karşılaştırmalar yapmamızı
mümkün kılacak bir şekilde dile getirirken, aynı zamanda doğanın ve insanlığın
geleceğine yönelik düşünce ve kaygıları da ifade eder. Dili ve söylemi
bakımından önceki kitaplarıyla karşılaştırıldığında giderek bir yalınlığa
büründüğünü söyleyebileceğimiz Ada’nın söz konusu yalınlığın ardında yoğun ve
derin bir şiirselliği sakladığı yadsınamaz. Bir bakıma doğa kadar açık ve
yalın, aynı zamanda doğa kadar saklı ve gizemli bir şiirle karşı karşıyayız.
* Bu yazı Mesele’nin 94.
sayısında yayınlanmıştır.