18 Aralık 2012 Salı



                                         Ahmet Ada ile Cel"al Soycan, Narlıkuyu, 15 Aralık 2012
Ahmet Ada
Mersin, 30 Mart 2013

22 Ağustos 2012 Çarşamba





30 Haziran 2012 Cumartesi


29 Haziran 2012 Evrensel Gazetesi Kültür sayfası:

AHMET ADA’YA MEKTUP / SENNUR SEZER

Merhaba Ahmet Ada,

Şu ara internete her girişimde, posta kutusuna her göz atışımda senden bir şiirle karşılaşıyorum, ne güzel. Anlaşılan şiire sığınıyorsun.
Geceyi dinlemek eski huyum. Kimi zaman belli belirsiz bölündüğünde ıssızlık, (sabahın kapısı çalındı çalınacak saatlerde) bir ses duyduğumu sanıyorum. Göğsüme çarpan Lübnanlı bir Arap şarkıcının sesi sanki: Kalbinin çektiği acıyı, gecenin karanlığını fısıldayan ve gecenin karasıyla sürmelemiş gözlerini. Sürgün oluşu belli belirsiz kızartıyor yüzünü.
Sen Arap halkının acısının biteceği günü öğrenmek istiyorsun oysa: “ey kara gece, ey göğsüme çarpan Feyruz’un sesi, ey ufku değiştiren ot, ey dedim. Ne zaman huzur bulacak Arap halkı?”

Bir ağrıyı dindirmeye uğraşır gibi ustalarına seslenip duruyorsun.
Yaşar Kemal ile pamuğa inen köylüleri izliyorsun Toroslardan. Mendillere doldurulmuş kirazlar gibi yorgunlukla pörsümüş çocuklar. Genç kızlar daha yitirmemişler umutlarını. Delikanlıların kasketlerinde bir karanfil gibi sevdalılık.

Dizelerinde yaşanmışlığın ayak izleri yer etmiş. Mermer merdivenlerin eğimleri gibi iç acıtan bir şey. Okşamak isteği veriyor güneş vurdukça: “Ustamdır Yaşar Kemal ondan öğrendim/bir toz direği nasıl fır fır döner/otlar geceyi neden dinler/kış gelip de yağmurlar başlayınca”.
Şiirlerimizin ardındaki hayatı hiçbir zaman sereserpe anlatamayız. Küçük çekirdekler eksik kalacaktır. Susamlar, çörekotları, ekmek kırıntıları gibi torbalardan silkelenen bir şeyler. Şiirin gerçek mayaları.

Sen acıyla akransın. Anlatmaya kalksan kalın kitaplar dolar sanırsın. Bakışımıza çiğler yağdıran sözleri söyleyemeyeceğini sezmezsin. Ah kardeşim.
Taşra dışlanmış bir ad gibi. Ceyhan’da geçen gençliğe eklenen Kayseri. Selçukluların ticaret kenti. Gençliğin hep bir fırdöndü gibi daralan duvarlar arasında. Kayserinin yadırganamaz taş uygarlığı kümbetlerin görülmez dönüşüyle göğsümüzün katılmasını bekler gibidir. Ama yel değse kıpırdanan bu yüreğin sertelmesi nice zor. Sen taşra masalını yenenlerdensin.
Acı çeken şairleri nasıl yüceltirler Avrupa’da, nice zaman sonra ama. Biz o yüzden yalnız Batı’dan acı çekenleri biliriz. Yaşamının hesabını veren kadınları, mesela Anna Ahmatova. (Halbuki Nigar Hanım az mı ağladı o soğuk gecelerde. Ahlak adına sorgulanmadı mı: Nigar ya da Leyla. Mihri neden alaycılığı bir zırh gibi kuşandı?)

Sevgili Ahmet Ada,
Ustalık çoğunca bir ustaya meydan okumadır. Sen ustalara nicedir meydan okuyup duruyorsun. Artık sesini duyamayacak ustalar çoğu. İncelikleri dillere destan hepsinin... Şiirde anlama karşı olan Ahmet Haşim’e de benzekler yazıyorsun: “Güller bazen kokusunu savura savura/gelir sokağımıza her akşam/yazın tutuştuğu andır nereye baksam.” Ustasın, “böyle nereye gider yaz/bir genç kızın eteklerinde.”
Kimi zaman yalnızca imrenmedir elimizde kalan. “Sevinci bozuk paralar gibi” dağıttıkça.
Gül ömrü yangınlara salınanlara yoldaş oldun, elleri arpa ekmeğini bölmeyi bilenlere. İpek dendi mi bir sevdiğinin saçını bilirsin.
Sevgili Ahmet Ada Kardeşim,
Bir zamanlar “düzelirse aşkla düzelir dünya” diye fısıldardın akşamları. Gençtin, aşıktın. Tek senin aşkın yetmedi sanki. Sesinde öyle ince bir şikayet sızlıyor şimdi.Mendilinin ucunda türü tükenmiş bir gülün kokusu tütüyor.

Yolun düşerse buralara da bekleriz.

Evrensel Gazetesi, 29 Haziran 2012

16 Nisan 2012 Pazartesi




Mart 2012
Ahmet Ada, UÇURUM OTU,
yeni şiirler, Artshop Yayınları,
Nisan 2012

23 Şubat 2012 Perşembe



İtalya’da Soglie dergisinde yayımlanan
‘Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi’nin
İtalyanca çevirisi : Çeviri :Roza Galli Pellegrini.
Poesia Turca

FORSE NON ESESTE UNO CHE SI CHIAMA AHMET ADA

Desiderio, un dialogo tra fiore e fiore
Albero, l’ocra del bosco amico
Amore, entrate la porta delle frasi della mia poesia
Casa, preoccupazione dove cammina il sole
Stanze l’una dentro l’altra poi
Un balcone, da cui osservo il mondo, in luna piena
Da cui sogno i mari, l’infinito
Sotto il sole che dardeggia
E c’e anche il seguito, ogni stagione
E diventata il prolungamento delle mie mani
Una goccia d’acqua che vola

Oh, ragazzi! Oggi sono pieno di gioia di vivere
Non so cosa ne sara domani
So che io esisto per qualcun altro
Forse non esiste uno che si chiama Ahmet Ada
E sempre l’altro l’oriente dell’oriente

Oh, si, questo vuoto occupato dall’albero di fichi
Ecco questo sono io, percio
Sono una convocazione d’amore al mondo

Forse non esiste uno che si chiama Ahmet Ada
Force che fugge e vola via
La sua malinconia

                                            Traduzione di Rosa Galli Pellegrini




YOKTUR BELKİ AHMET ADA DİYE BİRİSİ


Heves, bir çiçeğin bir çiçekle konuştuğu
Ağaç, dost ormanın yavruağzı
Sevda, giriniz şiirimin cümle kapısı
Ev, içine güneş yürüyen kaygı
İç içe geçmiş odalar sonra
Bir balkon, dünyayı seyrettiğim, dolunayda
Uzak denizleri düşlediğim, sonsuzu,
Işıltılar saçan güneşin altında
Sonrası da var, ellerimin uzantısı
Olmuş her mevsim uçan bir damla su

Ah, çocuklar, yaşama hevesiyle doluyum bugün
Yarın ne olur bilmiyorum
Öteki için varolduğumu biliyorum
Yoktur belki Ahmet Ada diye birisi
Hep ötekidir doğunun da doğusu

Ah, evet, şu incir ağacının doldurduğu boşluk
İşte oyum ben, bu yüzden
Bir sevda çağrısıyım dünyaya

Yoktur belki Ahmet Ada diye birisi
Kim bilir uçar gider acısı


AHMET ADA