28 Kasım 2008 Cuma

Emel Güz'ün Ahmet Ada Portresi


  • Şair Portreleri:
    Ahmet Ada

    EMEL GÜZ

    Ben çürüyen aşkların kederiyim
    Yolu yok kederden çürüyorum
    Azar azar çürüyor taş ve deniz
    O yüzden yan yana getiriyorum
    Taştan ağaçtan camdan sözcükleri

    Erciyes en güzel Ahmet Ada’nın evin balkonundan görünürdü. 1980’ler…Kayseri…Edebiyatın genç ve ateşli nabzı…O yıllarda bütün dergilerin sayfaları sarıydı…

    Çocukluğumun en sakin görüntüsüdür Ahmet Ada. Gürültüsüz ama hızlı konuşmasıyla, mahcup yüz ifadesiyle, üzgün bakışlarıyla hatırlarım onu. Sanki hep bir derdi vardır da anlatmaz, yazacağı şiirlere saklar. Birlikte geçirdiğimiz zamanların olanca keyfinin içinde iç burkan bir görüntüdür hep Ahmet Ada.

    Onun ne kadar ürkek bakışları varsa, bir o kadar cesurdu bakışları eşi Şerifnaz ablanın. Onun ne kadar hüzünlü duruşu varsa Şerifnaz abla o kadar hayat doluydu. Bir de annesi vardı Ahmet Ada’nın güler yüzlü, konuşkan… Ailece onlara oturmaya gittiğimizde sıra hiç şaşmaz; önce hep birlikte muhabbet edilir, Şerifnaz abla hemen bir sofra hazırlar, yemekler yenir, konuşulur, gülüşülürdü. Vakit biraz geçince Ahmet Ada ve babam, evin balkonuna çıkar ve şiir konuşmaya başlarlardı. Edebiyat ortamından, yeni yazdıkları şiirlerden, hayattan konuşurlardı. Çok geçmez ben de balkona çıkardım. Ama benim için balkonun anlamı daha çok, bütün görkemiyle görünen Erciyes’i seyredebilmekti. Derken ay bütün ışığıyla gecemizi aydınlatır ve o güzelliğin fonunda onun ve babamın sesi bana daha bir büyülü gelirdi. Ahmet Ada, daha o zamanlardan incinmiş biriydi.

    Bu kuşağın acıları çok başkadır. Ben hiç tüp kuyruğuna girmedim. Kahve içmek hiç lüks olmadı benim için. Şiirlerimde dünya görüşüm bu kuşağınki kadar acılı ve belirgin olarak dile gelmedi. Kalbim bu kuşağınki kadar belki de hiç atmadı. Dünya görüşümdeki ütopya bu kuşağınki kadar acıtmadı kalbimi. Çünkü bu kuşak şairlerin ideolojilerinde bir buluşma vardı. Ahmet Ada’nın babamla olan sohbetlerinde hiç eksik olmazdı ekonomi ve dünya meseleleri. Acı ve kaygı hiç eksik olmazdı. Şiirden söz ederken bile sanki dünyayı kurtaracaklarmış gibi bir heyecana bürünürler, bir süre sonra da bütün acılarını unuturlardı. Ahmet Ada, uzun bir şiirdi. Hayatı sessiz bir kederle örülmüş bir şiir. Düşünüyorum da bugün edebiyatın belki de en büyük sorunsalı, şairlerin dünya görüşünde bir buluşma olmayışı.

    Hayat Ahmet Ada şiirinin sözlüğü gibidir. Hayatın içindeki hemen her şey yer bulur kendine onun şiirlerinde. Aşktan ayrılığa, müzikten kediye, ağaçtan yağmura, çekiçten işçiye, yüzükten şapkaya her nesne girmiştir şiirine. Algı penceresinden geçen hemen her şeyi şiirleştirmeyi bilmiş, “beni mi sordunuz söyleyeyim / bırakılmış biriyim huzurevine” dizesini yazacak kadar kanamış ve kanatmıştır. Bugün artık düşünmediğimiz pek çok şeyi bize yeniden düşündüren bir şiirdir onun şiiri. Dışarıya bakmanın, soluk almanın, görmenin ve öğrenmenin şiiridir. Onu okudukça duygusunu ve çağrışımlarını unuttuğu ne kadar çok sözcük olduğunun farkına varır insan. Sözcükleri unutmak tehlikelidir. Çünkü onları unutmak bazı duyarlıkları da unutmaktır.

    Şiiri kendine benzer, derdi şiirine benzer Ahmet Ada’nın. O sarı badanalı evde, Kayseri’de, daha küçük bir çocuktum onu dinlerken. Ne büyüktü o ev… Ne sonsuzdu sözcükler… Ne bitmez bir akşam vaktiydi içinde şair olduğumuz… Şimdi düşünüyorum da onun yoldaşı şiirdi.

    Hep inandı, hep anlattı, hep bekledi…
    Ama gelmedi dünyaya adı Devrim olan çocuk.


    Sincan İstasyonu, Aralık 2008, Sayı: 16, Sayfa: 9


27 Kasım 2008 Perşembe

16 Kasım 2008 Pazar