25 Kasım 2009 Çarşamba

Nuri İyem

22 Kasım 2009 Pazar

Der Hirsch


Eine meiner schmerzenden Stellen ist das Meer noch immer
Tote Wasser habe ich zurückgelassen als ich kam
Wer weiß, vielleicht ist ja Südwestwindler mein Stammbuch
Breitete ich meine Arme nach beiden Seiten aus
Ähnelten sie zwei Galeerenmasten, ganz so schweigsam
Ganz so brausend Tag und Nacht

Die Landbesitzer lebten auf ihrem Land noch immer
Durch das Südwestwind Tor betrat ich die Stadt
Mit einem weißen Hirsch an meiner Seite
Dass ich mit einem weißen Hirsch kam, wollte niemand glauben
Weder die glotzäugigen Bankiers
Noch die Gerichtsdiener der dunklen Flure

Keiner fragte nach dem Menschen am Meer
Nach dem Panther, den tausend Fischen, dem Schwert des Blitzes
Nach den Toten, die in blinden Kriege starben, nach den Ruderern,
Nach dem verbrauchten Meer, dem weinroten Himmel
Nicht einer fragte nach ihnen
Den ganzen Tag lief ich durch die Straßen,
Sie liefen vorbei in ihrer gleichgültigen Art
An dem Hirschen, den ich bewahrte vor Kriegen

AHMET ADA
Çeviri : Danyal Nacarlı
Hamburg, 21.11.2009

9 Kasım 2009 Pazartesi

Mahmet Temizyürek'in Denemesi

Mahmut Temizyürek

"
Ahmet Ada (1947). Ada’nın Geyik’i ile İonesco’nun Gergedan’ı arasında bir benzerlik kurulabilir mi? Gergedan; kısa bacağının üstündeki tonton gövdesiyle, kalın derili çirkin yüzündeki küçücük gözleriyle, o kalın gövdeden beklenmeyecek bir “hassasiyetle” her an nedensiz bir heyheylenmeyle boynuzlu burnunun dikine koşturan, sonra da ansızın yanılmış gibi duran bu gülünç hayvan ile, Geyik; ince uzun bacakları üzerinde zarif gövdesiyle doğaya uyumun, kimseye zarar vermeden yaşamanın örneği bu barışçıl hayvanın, avcıların avladıktan sonra bin pişman oldukları bu eşsiz güzelliğin ne benzerliği olabilir? Birbirine tam zıt iki hayvan arasında benzerlik bulmak kuşkusuz tuhaf, ama çağrıştırdıkları aynı evrenin iki kutbu gibi. İonescu’nun oyunlaştırdığı haliyle, sokaklarda görüldüğünde, mantıkçının “olasılıksız” saydığı, bürokrasinin inkardan geldiği ama her geçen gün sokak vukuatlarıyla giderek çoğalan bu yaratık, milli hassasiyeti yüksek orta sınıfın bir temsilcisi olmuştu. “Gergedanlaşma” bir sosyoloji terimine dönüştü zamanla, faşist toplumsal karakter betimlemelerinde. Bugün de devam ediyor ve Türkiye’nin taşrasından metropollerine doğru yayılıyor Gergedanlaşma. Buna karşın Geyik de toplumsallaşıyor. Bazen metropollerden taşraya, bazen de taşradan metropollere doğru bir barış umudu, barış olasılığı olarak beliriyor sokaklarda, meydanlarda. 2009’un Mayıs ayında yayımlanan kitabında Geyik dağdan kente iniyordu Ahmet Ada’nın şiirinde.

Kuşkusuz, Geyik imgesini geçmişte de görmüş olmalıyız. Anadolu’nun Kibele’sinden dönüşen tanrıça Artemis’in simgesiydi Geyik. Ardından Anadoluya “dirlik” kazandıran Hacı Bektaş Veli’nin sol yanından belirdi, sağındaki aslan ile. Şair Gaybi, Alageyik destanını yaşattı pîri Abdal Musa’ya yazdığı güzellemede; pîrini Geyik bedenine dönüşen Buda gibi düşünmekteydi. Geyikli Baba, Bursa’da Anadolu yoksullarını Bizans zulmüne karşı halkların kardeşliği ve barış için savaş amacıyla örgütlerken Geyik üstünde dolaşıyordu bir lokma bir hırka ile. Pir Sultan Abdal, “kırk yıl dağda gezdim geyikler ile” demişti o Celali ruhuyla. Jöntürk Celali Resneli Niyazi’nin “Rehber-i Hürriyet” adını verdiği geyiğinin İstanbul’da bakımsızlıktan öldüğünü de unutmadık kuşkusuz. Melih Cevdet Anday “Geyik akarsuları özlediğinde / Hem su hem geyiktir akan” dizeleriyle güzelledi, “barış”ın, uyumun, saflığın, yabancılaşmamışlığın simgesi olan geyiği. Ya Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece” adlı o unutulmaz yankılar taşıyan şiirine ne demeli?

Ada, bu mirası taçlandırıyor “Geyik” şiiriyle. Ada’nın baştan beri gözettiği poetik özelliğinin bir örneği bu şiir. “Etkilenme endişesi”nden sıyrılıp endişeyi şiirsel bir yüceltimle dönüştürüyor Ada. Hayatın en ışıltılı vadisinde, şiir vadisinde yaşayan bir şair Ada. Bu vadinin esinlediği rüzgârı cömertçe karşıladı bağrında. Yumuşattı, yoğurdu, lirik bir duygu kazandırdı her etkilendiği şiire. Nazire geleneğini yaşattı modern şiirde. Örneğin, “Yeter bana mezar taşı olmak /Anadolu’da” diyordu son kitabı “Taşa Bağlarım Zamanı”nın girişinde; Nâzım’a selam verirken. Göndermeleriyle şiirlerarasılığı son derece zengin bir şiir kurdu. Yazdıkları “zamanın ruhu”ndan, şiirinden, politik ve toplumsal dalgalarından asla bağımsız olmadı. İkinci Yeni şairleri kadar olmasa bile hemen bütün şiir akımlarıyla denemeler yaptı. Son yıllarda en çok sohbet ettiği şair Melih Cevdet Anday olsa gerek. Anday’daki, doğa- birey- tarih-bugün-yer- gök-iç-dış-hayvan-insan bütünlüğünü derinden anladığını düşündürüyor son şiirleri.

Şiir şiire bakarak yazılır; Ada’nın bu ısrarlı çabasıdır ki, ona kendi sesini, sözünü, biçemini kazandırdı. Şiirinin özelliklerini Celal Soycan’ın kusursuz tanımıyla söylersek: “Okurla her zaman “geçirgen” bir ilişkisi” vardı şiirlerinin. “Trajiği verirken bile korunan munis söyleyiş, özenle korunan düşük hız, netliği gözetilen mekan kurgusu, gündelik nesnelerle kurulan imgesel çevren okuru hep rahatlatmıştır. Sorular askıda bırakılmadan, soluk ıslıklarla çıkışı imler. Gerçeklik dondurulmaz ama her hamlede dilden kaçan bir kayganlığı da izin verilmez. (…) Türk şiirinde Ahmet Ada sesi diyebileceğimiz sakin, tartımlı, okura şefkat aşılayan ama kaygılı bir ses, insan trajiğine daha acı ve olabildiğince sentetik bir “dil” içinden sokulmaya çalışır.”

Ahmet Ada yayımladığı 19 kitabında Soycan’ın betimlediği bu poetikayı özenle güttü; ama özellikle son kitabı Taşa Bağladım Zamanı’da eşsiz bir doruğa eriştirdi serüvenini.

sabitfikir.com

7 Kasım 2009 Cumartesi

3 Kasım 2009 Salı