21 Haziran 2008 Cumartesi

13 Haziran 2008 Cuma

PATHOS

Ahmet Ada

Poetik onarımlar.- Şiire ait terim ve kavramların doğru ve yerinde kullanılması için Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü (TDK, 1980) ve öteki sözlüklere bakmak gereğini duyarım. Yanlış kullanımların ne tür anlamsal karmaşaya yol açtığını bildiğimden, titizlenirim. Söylem, Üstdil, Artlama Şiir, Aşkınlık, Nesnel Bağlılaşık gibi kavramlaştırmaların doğru ve yerinde kullanılması, inceleme ve çözümleme konusu yapılan metinlerin açımlanmasını sağlar. Bu yüzden, bu kavramları açımlayan yazılara yeniden bakarım. Çünkü, şairlerin, gerek şiire ait gerekse öteki disiplinlerden ödünç alınan terim ve kavramları yanlış kullanmaları anlamsal komikliklere yol açmaktadır. En yeni örnek şöyle bir tümce: “Bugün modern imgenin (abç) belli bir kalıba sığamayacağını düşünenlerdenim.” (1) Söyleyen bir şair olduğuna göre, herhalde yazınsal imge söz konusu ediliyor. Yazınsal imge en basit tanımıyla, “en azından birisi somut olmak üzere iki sözcük (terim) arasında yapılan örnekseme (analoji) yoluyla” üretilen şeydir. (2) İmgenin ‘modern’ ya da ‘klasik’ olarak nitelendirilmesi yanlış. Klasik şiirde de modern şiirde de söz sanatları İmge başlığı altında toplanır. Değişmece, Benzetme, Eğretileme İmgede kullanılan çeşitli söz sanatlarıdır. Yazınsal imgenin yapılışları da çeşitlidir. ‘Modern imge’, ‘klasik imge’ diye bir ayrım yoktur.

Bugünlerde şairlerin anlamını bilmeden kullandıkları bir terim de Üstdil. Uzlaşımsal dilden kopartılarak oluşturulan Öte-dil, Başka-dil, Karşı-dil ile Üstdil sık sık karıştırılıyor. İlk üçü – farklı adlandırılsalar da – modern şiirin dilidir. Barthes’ın sözleriyle, şairin, “gerçeği canlandırmakla değil, gerçeği anlamlandırmakla yükümlü” olduğu dildir. Üstdil ise “Doğal dili ya da konu dili inceleyip betimlemek için oluşturulmuş araç dil, dili anlatan dil (Ör.Dilbilim terimleri, bir üstdil oluşturur.) “. Görüldüğü gibi, modern şiirin dili Üstdil değildir. Üstdil doğal ya da yazınsal dili inceleyen dildir. “L.Hgemslev’e göre, bir üstdil, bir gösterge dizgesini inceleyen gösterge dizgesidir.” (3) Şiir dilini Üstdil olarak nitelemenin bir anlamı olmadığı anlaşılmıştır herhalde.

Yine bugünlerde birbirine karıştırılan iki sözcük Konu ile İzlek’tir. Sık sık birbirinin yerine kullanılıyor. Konu, yazınsal ürünlerin (şiirin, öykünün, romanın) işlenmeden önce varolan hâlidir. Genel ve somut olan hâlidir. İzlek ise konu işlenirken ortaya çıkan ve soyut olandır. “Şiirin konusu insanlık gerçeğidir; şiir insanlık gerçeği üzerinde yoğunlaşır,” dersem genel ve somut bir şey söylemiş olurum. Heidegger’den Bahktin’e sanat için hep bu söylenegelmiştir. İnsanın kendi gerçekliğine yönelip nüfuz etmesi; modern şiirin başardığı bu. Metin Cengiz’e başvuralım: “Demek konu, şiirde bir yaşanmışlık olarak insanın genel durumunu yansıtan, genel ruhsal zenginliği temsil eden, şiirin bütünleyici bir parçasıdır.” (4). Konu, şairin elinde biçimlendirilmesi, anlamlandırılması gereken malzemedir. Şairin yaratıcı gücü onu yeniden üretir - biçimlendirir. İzlek ise konunun estetik değerlilik kazanmış birimidir. Şiirde konuyu Eliot şöyle özetliyor: “Konu şiir için vardır, şiir konu için değil. Bir şiir, olanı belli bir biçimde birleştirerek birkaç konuyu ele alabilir, bu bakımdan “şiirin konusu nedir?” diye sormak anlamsız olabilir. Birkaç konunun bütünleşmesinden başka bir konu değil, şiir ortaya çıkar.” (5) Görüldüğü gibi şiiri daha geniş ölçekte düşünüyor Eliot. Hiçbir şair, “şu konuyu yazacağım” diye masaya oturmaz. Metin Cengiz, kaynakçada andığım kitabında şiirin yazılma süreçlerini şöyle özetler: “…kısaca topyekun bir yaşantının uç verdiği her şey bir şiirin başlangıcını, giderek kendini oluşturur.” (s.51). Şairin yaşantı içeriği + bilinç içeriği + şiirin ve estetiğin bilgisi + yaratıcı imgelem süreci + yazınsal imgeler süreci vb bir dizi sürecin açımlanmasını olanaksız bulurum. Bir sözcükten yola çıkan şair de, bir müzik parçasından hareket eden şair de şiire varır. Süreçler farklı işleyebilir.

Pathos.- Pathos sözcüğüne gelince, bu Yunanca sözcük hakkında fazla bir kaynak yok elimde. “Dert ve acı çekme” olarak tanımlanıyor. Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili adlı kitabında, “Yunanca pathos sözcüğü, sanat yapıtının acıyla ilgili anlatımının seyirci ya da okurda üzüntü ve acıma gibi yoğun duygular uyandırması” olarak tanımlar. Pathos’un, Patetik sıfatıyla ilişkisi var. Bu iki terim Trajik olandan ayrılıyorlar. Yine Gürbilek’e başvuralım: “ “Patetik” sıfatı da “acıklı”, “dokunaklı”, “hazin”, “yürek paralayıcı” gibi anlamlara geliyor. Ama “trajik”ten farklı olarak “patetik” daha çok haksız yere çekilen, çaresizce kabullenilmiş acıyı belirtir. “Trajik”, kaçınılmaz kadere başkaldıran kahramanın bu seçimi yüzünden çektiği acıyı anlatırsa, “patetik” daha baştan kaderin sillesini yemiş, masum ya da korumasız, öksüz ya da yetim, ezilmiş ve aşağılanmış olanın acısını anlatır. (…) Bir bakıma talihsizlerin, güçsüzlerin, zavallıların alanıdır pathos.” (6)

Gürbilek, Pathos’un roman ve öykü türlerindeki anlatım biçimini “yoğun duygu aktarımı”, “yanık duygusallık”, “abartılı duygusallık” olarak nitelerken, Pathos’tan Bathos’a kayılabildiğini belirliyor. Bathos’u ise “…yüceye uzanayım derken dibe, gülünç ve basmakalıp olana yuvarlanması. İçerik ve üslup açısından yüce bir yazıda birden beliren bayağı anlatım. İçten ya da inandırıcı olmayan, aşırı abartılı pathos” olarak tanımlıyor.

Buraya kadar Pathos, Patetik, Bathos sözcüklerinin içerdiği anlamları Nurdan Gürbilek’in yapıtından aktardım. Gürbilek, mağdurun dilini Dostoyevski, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Cemil Meriç gibi yazarların yapıtlarında arıyor - yazınsal düzyazıda, romanda. Modern şiir Pathos’un içerdiği anlamda acıyı “dil” sorunu edinmedi hiç. Anlatımın dolayımlılığı da bunda önemli etken. Zaman zaman 1970’lerin genç şiirinde acıyı ‘koygun’ bir duygusallıkla ve yenilmişlerin biçemiyle yansıtan ürünler yayımlandıysa da, “vurulduk ey halkım / unutma bizi” gibi söylemler, yüceye uzanan şiiri gölgeleyemedi. Pathos, şiir olmayan bayağı ve narrativ metinlerde gözlendi daha çok. 1960’lardan bu yana yazılagelen şiir çok sesli, çok yönlü olarak “acı”yı içerdi elbette. Çünkü, yaşanan dünyanın şiddeti, dilin basıncı, bireyin toplumsal benliği özne üzerinde “acı”yı başat kıldı. 1970’ler şiirinde “acı”nın dirence dönüştüğü görülebilir. Edip Cansever ile Turgut Uyar’ın “acı”yı benliğin derinlerinden çıkararak nasıl yansıttıklara bakılabilir. Benliğin toplumsal olanı dolayımladığı da bilinir. “Acı”yı ironiye çeviren, acıyla dalgasını geçen Ergin Günçe’nin şiirini; “acı”yı kantarın topuzunu kaçırmadan dengeleyen Ece Ayhan’ın şiirini, “acı” ekseninde okumak mümkündür. Ergin Günçe’nin Türkiye Kadar Bir Çiçek”i acı”ya başkaldırının şiirleriyle doludur. Ergin Günçe, Pathos durumuna düşmeden insanın ‘trajedi’sini başkaldırıya dönüştürür. Zaman zaman da “acı”ya “ironi”yle direnir: “Yusuf’un ütüsüz bir gömleği bizde / Hüseyin yüzümde bir rüzgâr hüzün kaldı / Deniz bir koyu ateşte tutuşup yandı işte” dizeleri yaşanan “acı”nın göstergeleri olur.

“Acı”yı benliklerinden şiirlerinin gövdesine taşıyan Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Akif Kurtuluş, Ali Cengizkan gibi şairler anılmalıdır. Gülten Akın, Ahmet Oktay gibi öncü şairler “acı”yı, “ölüm”le, “intihar”la birleştirerek bir “çağ profili” çizerler. “Acı”yı saplantı hâline getiren, yaşantının uç verdiği yerden değil, yoğun duygu içinden yansıtan Ahmet Erhan’ın şiiri Pathos niteliğiyle belirir. Giderek duygu yüklü şiirlerden “vasat” şiirlere doğru iniş çıkışlarla beliren Ahmet Erhan’ın şiiri, Pathos’tan Bathos’a yuvarlanmasıyla popülerleşmesi eşzamanlıdır.

Orhan Aklaya, şiirin estetik değerinden ödün vermeden, öznenin yaralı bilincini şiirine taşır. Orhan Alkaya’nın şiirleri, dışlanmışlık duygusunu, tarihe ve özneye güven duygusu içinde dile getirir. Onun şiirlerinde, yenilmişlerin tarihi direnç noktası oluşturacak biçimde dile gelir.

Pathos ya da Patetik oluş Ece Ayhan’ın Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler’inde (7) tanımlananın ötesine geçen tarzda dışa vurulur. Öksüzlerin, yetimlerin, masum ya da korumasızların durumu “kara şiirler”de dile getirilir. Acı çeken insanın çığlıkları, sabahlara kadar dövülmüş kadınlar…

Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim
Emraz Zühreviye Hastanesi’ne kapatıldı anamız
Adıyla çalışan evmiş Sirkeci kadınlarındandır


Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim
Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede
Acaba halk nedir diye düşünür arada işittiği

Ezilmiş, dövülmüş kadınlar. Başkaldırıdan uzak, acıyı kabullenmiş kadınlar, çocuklar Ece Ayhan’ın şiirlerinde duygu yoğunluğuyla değil, öznenin içten ama mesafeli duyarlığıyla aktarılır.

Duyguların abartıldığı, aşk izleğinin aşkınlaştırılıp duygusal tonunun arttırıldığı şiirler de yazıldı, yazılıyor. Ne ki, Patetik tonun duygu seli, Bathos’a kaydırıyor metinleri. Bu durumun İroni’sinin yapıldığı metinler (örneğin İzzet Yasar’ın, Tarık Günersel’in metinleri) karşıtlıklar üzerine oluşturulduğu için Pathos ile İroni arasında gidip geliyor ve şiirin sınırsız alanına çağırıyor okuru.

Roman Jacobson şiirde sözcüğün durumunu şöyle tanımlıyor: “Şiirsellikte sözcük, adlandırılan nesnenin basit bir vekili ya da coşku patlaması olarak değil, fakat sözcük olarak duyumsanır. Şiirsellikte, sözcükler ve sözdizimi, anlamlandırma, iç ve dış yapılanma gerçeğinden kayıtsız (ilgisiz) göstergeleri değildirler, ama kendi ağırlıklarına ve kendi değerlerine sahiptirler. (İzleksel düşünce bağlamında) “ (8). Bu sözler bağlamında çağdaş şiirde mağlupların, mağdurların, emekçi sınıf ve kesimlerin, kadınların ve çocukların acılarının dile getirilmesi; sözcüğün ve sözdiziminin “kendi ağırlıkları ve kendi değerleri (plastik ve sesçil değerleri) öne çıkarılarak, yani bir karşı-dil oluşturularak bunun yapılması şairin sorumluluğundadır. İnsanlığın Patetik durumu özneyi yaralı bilinç’e taşımış olabilir. Yaşantının uç verdiği yerden sürece katılan yaralı bilinç içeriği “acı”nın yoğun olarak dile getirilmesine yol açar. Açmaktadır.


Kaynakça :

1. Abdülkadir Budak, Cumhuriyet Kitap, Sayı: 950.
2. Özdemir İnce, Şiir ve Gerçeklik, (s.21), Can Yayınları, 1995
3. Özdemir İnce, Çile Törenleri, (s.33), Varlık Yayınları, 1995
4. Metin Cengiz, Şiir Dil, Şiir Dili, (s.61), Şiirden Yayınları, 2006
5. 20 Yüzyıl Edebiyat Sanatı, (s.14), İmge Kitabevi Yayınları, 1995
6. Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili, (s.59-60), Metis Yayınları, 2008
7. Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, YKY, 2001
8. Roman Jacobson, Sekiz Yazı, Düzlem Yayınları, 1990















12 Haziran 2008 Perşembe

İRONİ

Ahmet Ada

Modern şiir temelinde ironiyi irdelediğimizde, ironik olgunun şairin ya da şiirdeki öznenin söylemine yerleştiğini görürüz. Şiirsel söylem ironiyi içerdiğinde, o şey ironik boyut kazanır. İroni, bir şeyin tükendiği ya da tüketildiği noktada ( o şey ‘tıkanma’ olabilir ya da ‘umarsız bir durum’ olabilir) eleştirel bir söylem olarak ironi - beklenmedik buluşlarla - o şeyin önünü açabilir. İroni, modern şiirin anlam katmanları arasına yerleşebilir. En belirgin görünüşü şiirsel söylemdedir. Şiirin oluşumunda yer alan metaforik dil de, düz değil değişmeceli olan söylem de ironinin tutunmasına oldukça elverişlidir. Üstelik şiirin monolojik söylemiyle ironik söylemin örtüşmesi, dışavurumunun patlamasını kolaylaştırır. Bir söylem patlamasıdır ironi. Modern şiirde örnekleri söylem içinde söylem olarak da, monolojik söylem olarak da var. Bir öğe olarak ironi kavramı neyi ifade eder? İnce alayı mı, hoşgörünün ötesini mi, bir tavrı mı, bir biçimi mi, yoksa sözcük dağarının yeterli olmadığı ânlarda kendimizi başka sözcük dağarlarıyla, sözcük bağdaştırmalarıyla ifade ettiğimiz kavramlar bütünü mü?
İroni, dilin mucizelerinden biridir. Bir ifade olanağıdır. Dilin sınırlarının zorlanarak dana geniş ifade olanağına kavuşması için kullanılan bir öğedir ironi. Düz anlatım olarak ironi, sözlerin ‘kinayeli’ biçimde kullanılmasıdır. Söze, sözceye kullandığımız anlamın dışında bir anlam yükleme, alay, eleştiri ve gülünç olanı katmadır. Bir şeyi ifade eder görünürken başka bir şeyi ifade etmedir. Söylenenin tam tersini ifade etmedir. İnce alaydır ironi. Örneğin düz ifade olarak bir kimse için : “O mu, çok zekidir canım!” derken ironi yapmış olursunuz. Zeki olmadığını vurgularsınız. Elbette, söyleyiş biçimi, hareketler, mimikler, ifade ediş tarzı da etkili olur söylenenin tam tersini söylemenizde.
Şiir dili için şu söylenebilir: Sözcüklerin ilk anlamlarından uzaklaşarak bir arada kullanılmasıyla oluşturulan dil. Octavio Paz “gündelik dile saldırı” olarak görür şiir dilini. Söylemesi bile fazla; şiir, bir coşkunun iletimi değil, yaşantıyı sözcüklerle yeniden üreterek dile getirmektir. Böyle olunca, ironi, gündelik dili dönüştürmenin de olanağıdır. Bir şey söylerken başka bir şeyi söyleyen şiir ironiktir. Ne ki, ironinin kimi zaman ‘anlaşılmayan ironi’ye dönüşmesi söylenenin asılı kalmasına yol açar. Kimi zaman da şairin biçemini belirler. Can Yücel’in şiiri en belirgin örnektir. Can Yücel, gündelik dilin bölgelerinden ironik söyleyişler çıkarır.
İroninin ‘anlaşılmayan ironi’ye dönüşmesi ‘sakıncalar’ doğurur: Şair, başkalarının öfkesini üzerine çeker. Şükrü Erbaş’ın ‘Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?’ başlıklı şiiri öyledir. ‘Köylüleri niçin öldürmeliyiz’ ironisi ciddi sorunlar çıkardı şiirin yazıldığı dönemde. Toplumbilimsel bir kavramla ifade edecek olursam, ‘feodal’ yaşam biçimini eleştiriyor, ölmesi gerekenin de bu tipik yaşayış biçimi olduğunu sezdiriyordu şair. Arkasında Cemal Süreya’nın ‘Onlar İçin Minibüs Şarkısı’ metninin olduğunu söyleyiş biçiminden anladığımız ‘Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?’ metni aslında zor anlaşılır bir metin de değildir. “Mizahın biçimlerinden olan ironinin zor anlaşılır olanı makbuldür”, der Murat Belge. Örneğin Cemal Süreya’nın burjuvaziyi eleştirdiği şu dizesi pek çabuk anlaşılmaz: “Şapkaları güzel bir niyet gibidir, öfkeleri dört mevsim reklamı”. (OİMŞ). İronik söylemi konuşma dilinin içinden kuran, sözcükleri bitişik yazarak dille de hesaplaşan Celâl Soycan ‘Deniz Kıyısı Havuzları’ başlıklı şiirinde; sözcükleri de ilk çağrışımları ve çağırdığı öteki sözcüklerin sessel çağrışımıyla kullanarak bir yapı inşa eder:“makasımızda-masamızda’ örneğinde belirgindir bu. Ses yankıları da söylemi ince alaya çevirir. Şiiri okuduğumuzda yüzümüzde bir gülümseme belirir. Celâl Soycan’ın değindiği yaşama biçiminin gerçekliği ironik söylemle şiiri ait gerçekliğe dönüşür. Aslında Celâl Soycan söyleminin biçemiyle ironiktir. Bir şey söylerken başka bir şeyi amaçlamaz; söyleyiş biçimiyle, biçemiyle ironiktir.
Yazma serüvenimden biliyorum: Şiir yazmak, yaşantı içeriğiyle bilinç içeriğini estetik olarak boydan boya geçen bir şeydir. Proust’un söylediği gibi, özellikle şiir söz konusu olduğunda, “dil içinde yeni bir dil, adeta bir yabancı dil icat” etmek demektir. Şiir yazma beş duyu ve bilinçdışı sorunundan ayrılamaz; hatta dil (bilinçdışı) duyuları karıştırabilir. Şiir asıl odur. Şair sözcüklerin içinden görür-duyar âdeta. İroni de sözcüklerle yapılır. Şairin niyetiyle ilgilidir. Bu durumdaki şiir bir şeyi ya da şeyleri olumsuzlama anlamı içerir. Gerçeğin dönüştürülmesiyle üst üste kesişir ironi. Zekâdan beslenir. Gerçeğe karşı girişilmiş bir olumsuzlamadır. Celâl Soycan, gerçeğin görünüşüne katlanamadığı için onu olumsuzlayarak dönüştürür. Birey olarak toplumsal gidişin suç ortağı olmaz. Bu dışavurum şiirin olanaklarıyla ortaya çıkar. Kendi olmak, şair bireyin özgürlük alanıdır. Özgürlük alanını şiirin olanaklarıyla genişletir şair, toplumsal-ekonomik-ideolojik olarak kuşatılmış olmasına karşın. Şairin özgürlük alanı ironinin dolayımlılığı ile genişler. Sözgelimi Behçet Necatiğil’in ‘Daktilo’ başlıklı şiirinde farklı bir genişleme söz konusudur. ‘Daktilo’, dil ve dil söyleyiş açısından incelendiğinde monolojik söylemin ironi ile kuşatıldığı görülebilir. Hele, “Bu çok tuzlu çöreği hangi kalpsiz yedirdi” dizesi ironik söylemi üst düzeye çıkarır. ‘Daktilo’da emekçinin durumu daktilo üzerinden işaretlenir. İronik söylem başattır: “Ne hoyrat kullanmışlar / Sevincin sesi çıkmıyor”. Şiirin bu son dizeleri ironi örneğidir.
Bir başka ironi örneği gündelik konuşma diliyle gündelik yaşamın eleştirisini yapan Kenan Yücel’den. ‘Üsküdar’ı Geçen Şiir’ başlıklı düzyazısal şiirinde Kenan Yücel, düzyazısal dilin sözdizimini ters yüz ederek kurar şiirini. (Şiirin başlığı bir deyime anıştırmadır.) Sözcüklerin sessel ve anlamsal olarak çağırdığı gündelik yaşam alışılmadık sözcük bağdaştırmalarıyla canlandırılırken, eleştirir de: “kornaların pornosu”, “…markalarla tekstil”. “Tek stil insan oyarlar canım, içine çip!”. Tektipleştirilen insanı ironik söylemle aktaran Yücel’in bir önermesi de şiirin öznesine: “Toplum salda gezerken birey selde boğulmamalı, a şair!” Sözcüklerin ‘salda’ ile ‘selde’ eklerinin ikili anlama yol açar biçimde düzenlenen sözdizimi, aynı zamanda şairin dili kullanışının da güzel bir örneğidir: “a şair!” ünlemi ise bireyin benliğine dadanan şairin toplumsal olanı bir türlü dolayımlayamayışının eleştirisi gibidir.
Söylemem gerekir: İroni şairin elinde bir olanaktır. Her şair kendine özgü buluşlarla ironiyi zengin kılar. Sözgelimi Celâl Soycan’ın şiirinde ironi nefes alma, teneffüse çıkma halidir. Şiirlerinin gövdesine yayılmaz. Şiirlerimden ‘VI. Senfoni’de ironi söylem içinde söylemdir: “Hım, demek şairsiniz, hayır hayır / Şair değil simsiyah seyyahım…” Belki kırılgan yanımı korumak için başvurduğum bir olanaktır. Bir alınganlık gösterisi de olabilir. Yukarıdaki dizelerde şairliği küçümsenen öznenin tepkisi yok mudur? “görüşürüz çerçevesi içinde” gibi hafif gülümseten ironi Necmi Zekâ şiirine neşe katar. Böylece hesaplı kitaplı yaşamı alnından vurur. Lirik şiirde de ironiyle bölünen bölümler görülür. Birhan Keskin’in şiiri üzerine yazan Kemal Varol bunu “…aslında liriğin kesintiye uğradığı, belki de lirik olmak istemediği nokta” olarak açıklar. Liriğin basıncından kurtulmak isteyen özne ironi ile soluk alır: “Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra” dizesi Cemal Süreya’nın ölçülü biçili ‘Aşk’ şiirini birdenbire ironiyle böler.
Umberto Eco ironiyi şöyle tanımlar: “İroni tamı tamına herkesin söylediğinin aynısını söylememek için son derece yapmacıklı olarak tersini söyleme biçimidir. (…) İroni belirsiz bir söz oyunudur. Gerçeğin tersini söylerken senin ironi yaptığını kavrayabilmek için senin gerçeği bildiğini önceden varsayar. (…) Adamın ‘akıllı olduğunu söyleme’nin ironi olduğunu anlayabilmek için, senin adamın salak olduğunu bilmen gerekir.” Umberto Eco’nun ironiye ilişkin sözlerine eklenecek bir şey yok. Eco, ironiyi gündelik dil içinde düşünmekte. Yazınsal dil için ironi daha farklı bir olanaktır. İşleyiş olarak ortak nokta gerçeğin tersinden okunmasıdır ama, onu güçlü ve etkili kılan ironik ifadenin ‘yazınsal’ niteliğidir. Yazınsal bir ifade biçimi olarak ironi; budur bu yazının esas konusu.
Jean-Paul Sartre, ironiyi, “insan bir edimle olumladığı bir şeyi, aynı edimle olumsuzlar; bizi inanılmamaya inanmaya yöneltir” diye açıklar. Bunu, gerçeği tersine çevirerek yapar. Modern şiir, gülünecek-ağlanacak hâlimizi Can Yücel’in şu dizeleriyle olumsuzlar: “Bi sen eksiktin ayışığı / Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!”. Manzara, hep olumladığımız lirik manzaradır. Öznenin içinde bulunduğu durum farklıdır. Niğde üzerinden Adana Cezaevine kelepçeli olarak götürülmektedir. Tıpkı hep değişmeyen edimiyle olumladığımız güneşi, olumsuzlayan şu dizeler gibi : “İşgüzar sersem güneş / Niçin öyle perdelerin arasından girip bizi uyandırıyorsun / Sevgilimle yatarken”. Buradan şu sonuç çıkar: İnsan içinde bulunduğu ruhsal duruma göre ironik söyleme yönelir: “Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi” derken Can Yücel, sevginin bilişsel-duyuşsal-dilsel kurgularını tersinleyerek aktarır; “sidikli kontesim” bağdaştırması da, aslında sevgiliyi olumsuzlayarak olumlamadır.
Orhan Koçak ‘Hafiflemiş Sonranın Şiiri’ başlıklı yazısının sonlarında, “İroni eline geçirdiği malzemeyi boşaltır; ama bu ironinin kendisinin de bir anlamı, bir nedeni yok mudur?” der. Vardır elbette. Çünkü şiirin malzemesi dildir. Şiirin şiir oluş hâli şiir dili ve söylemini seçmeyle başlar. Şiir için “dilin en yüksek biçimi” varsayımından hareketle, şiir dili ve söyleminin bildirişimselliğine dikkati çekmek bile fazla. Dilin ironik kullanımı, ele aldığı sorunu (nesnesini) boşaltır, anlamsızlaştırır. Ne ki, ironinin kendisi sorununu boca ederken, içini boşaltırken ya da eleştirirken bir ifade olarak anlamı vardır ve bu anlam tıkanma noktalarını bir patlamayla açar. Öyle ki, zor anlaşılır ironi, anlaşılır olduğunda ‘yabancılaştırma’ hissine yol açar.
İroninin konumlanışı:
a) Modern şiirde ironi anlamlandırılabilecek bir konumda ise (zor anlaşılır değilse), ne kadar dolayımlı kullanılırsa kullanılsın okur için haz kaynağıdır. Eleştirdiği, alay ettiği, karşı çıktığı şeyin açığa çıkabilmesi ile haz kaynağı oluşu arasında bir ilişki vardır.
b) Modern şiir, tıpkı bilgi gibi, malzemesini-biçimlenişini geçekliklerden alır. Gerçekliğin çelişkilerini de dolayımlar. Burada, gerçekliğin tersine çevrilerek yapılan ironisi, gerçekliğin ciddiyet ile şiddetini çözerek neşe patlamasına yol açar. Adorno’nun sanat için söylediği şu sözler modern şiir için de söylenebilir: “…her sanat eserinden ciddiyet beklenmelidir. Hem gerçeklikten kaçıp sıyrılan hem de içine gerçekliğin nüfuz ettiği bir şey olarak sanat, ciddiyetle şenlik arasında titreşir. Sanatı sanat yapan da bu gerilimdir.” (Edebiyat Yazıları, s.153).
c) İroninin donakaldığı nokta dehşettir. Auschwitz gibi Sivas gibi vahşet ve dehşetin gerçekleştiği zamanlarda şiir yazılır ama ironi yapılamaz.
d) Modern şiirde ironi, şiirin şen yanıdır. Bu şen oluş çınlar durur her okurun benliğinde. Biçimlendirdiği malzemesiyle (gerçeklikler, durumlar, olgular) hafif hafif eğlenmek, hoş gelir şaire de okura da.
e) İroni için Paul de Man’ın çok anlamlı ve açımlayıcı şu sözlerini aktarıyım: “…kişinin ancak söylediği şeyi kastetmeyen bir dil tarzını tanımlarken kastettiği şeyi söyleyebilir görünmesidir.” İroniyi değişmecenin (mecaz) yapısıyla ilişkilendirir Paul de Man; “bir anlam inceliği elde etmek için sözcüğün” ya da söz öbeğinin gerçek anlamıyla değil, farklı anlamda kullanıldığında değişmecenin (mecazın) gerçekleştiği düşünüldüğünde, bu ilişkilendirmenin pek de yersiz olmadığı görülür. İroni için “bir şey söyleyip başka şey kastetmek” denir; bunun imgede kullanılan söz sanatlarından değişmeceyle yapıldığında yazınsallığa bitiştiğini söylemek bile fazla. Yine sözü Paul de Man’a verelim: “…ironik bir bilincin baskın özelliklerini en iyi gösteren şey basit bir durumdur: sokakta yürürken ayağı takılıp yere kapaklanan bir adamın görüntüsü.” (Körlük ve İçgörü, s.241). Burada, Baudelaire’in “ikileşme” olarak nitelediği kavram üzerinde durur Paul de Man ve “kişinin kendisini insani-olmayan dünyadan farklılaştırmasını sağlayan bir bilinç faaliyeti” olan “ikileşme”nin gülmeye yol açtığına işaret eder Baudelaire’e dayanarak. Bu bilinç faaliyetinin dilin değişmece üreten yapısında görülmesi bir dizi süreçtir. Öznenin zihinsel-dilsel süreçleri..
f) Modern şiirdeki yazınsal ironi yadırgatıcıdır. Olumsuzluğu gösterir. Olumsuzluğun biçemi olduğu da söylenebilir. İroninin zamanı ândır. Şiirde de ‘şimdi’ye aittir. Şimdiki zamanın olgusal deneyimleri üzerine ironi yapılır. Ne ki, bireyin olgusal deneyimleri üzerine ironik yaklaşımı inandırıcı, sahici olmayan, abartıya dayalı olarak da yansıyabilir. Bathos durumu, ironiyi basit ve yalınkatlığa düşürebilir. Kuşkusuz ironinin yazınsallığıdır şiiri de ayakta tutan. Şairin tinsel uzamda çoğullaşması ve benliğin ikileşmesidir ironinin kaynağı.
g) Duygunun denetlenmesi, belli bir mesafeden dile getirilmesi, koygunluğun kırılması gereğinden de kaynaklanır ironi. (Arabesk ağlatıya dönüşen şiirsel metinler düşünüldüğünde ironinin önemi de daha bir ortaya çıkar. Üstelik bu tür metinlerin ironisinin yapılması hoş olur.)
h) Bir şiiri yazarken en başta uzlaşımsal dille kuşatılmışsınızdır. Uzlaşımsal dili şiir diliyle aşmak zorundasınızdır. Gerilimli bir süreçtir bu. İleşitimsel dilin basıncı, gündelik yaşamın şiddeti, ideolojinin baskısı (ki sonuçta hepsi dile içkindir); baskıların bireyin yaşantı içeriği + bilinç içeriğiyle aşılması, dilsel imgelere dönüşmesi zihinsel ve imgelemsel süreçleri içerir. Bu süreçte ironi, kırılgan söylemi koruma önlemidir.
İroni kavramını anlatı ulamları içinde değerlendiren kuramsal yaklaşımlar da var: Komik, romantik, trajik ve ironik olmak üzere dört anlatı ulamı sayılır. Ne ki, ironi modern şiirde de yaygın. Benim ayraca aldığım ironi kavramı metnin de niyetiyle ilgilidir: Bir şiir bizi belli bir imler, imgeler, bağdaştırmalar dünyasıyla kuşatır; böylece ima düzlemi oluşur. Bir şiir ima düzlemini aşan bir alana da davet edebilir. İroni bu alanlardan biridir. Terry Eagleton, “Edebiyat eserleri doğaları gereği ironiktir de denilebilir” der. Şiirsel söylem içinde ironik söylem biçimi hemen fark edilmez. Hemen fark edilmeyişi ironinin anlaşılamayışından kaynaklanır. Belirsizlik, sözü askıya alma şiirin varoluşuyla ilgilidir. Ama, kurduğu kendine dönük dünya ile bunları aşar. Şair-öznenin kendine dönük ironisi korunma içgüdüsüdür. Kendine ironik yaklaşım cesaret ister. Utku Özmakas, ironi kavramını, “Gerçeği, kendinden daha güçlü bir biçimde vurgulamanın tek yolu” olarak niteler. “İroni, gerçeği ve onun bilişsel dilsel kurgularını tersindirerek, gizli mutabakatlarla kabul edilmiş büyüklükleri küçük düşürür.” Bu ironi tanımı Osman Konuk’a ait. (Alıntılar Heves dergisi, XVII, Nisan 2008). Modern şiirin söylem biçimine dönüşen ironi giderek şair-öznenin biçemini de belirler. Bir biçem olarak ironiden söz etmek de mümkündür. Ne ki şiir, kendiliğinden, düz değil değişmeceli bir söylemdir. Utku Özmakas’ın tanımı, ‘yazınsal imge’ için de geçerlidir. Üstelik, modern şiir gerçeği olduğu gibi yansıtan şiir değil, onu yazınsal gerçek olarak aktaran şiirdir. Yazınsal gerçek : a) hem yazınsallık kazanmış gerçektir, b) hem de gerçeğin dönüştürülmüş hâlidir. İroni, gerçeğin dönüştürülmesinde önemli bir dışavurum aracıdır. Gerçeğin katılığını gülünçleştirerek aktarabilir. İroni, şairin mizacıyla da, biçemiyle de ilgilidir. Aslında yazınsal düzyazı (roman, öykü) için mesafeli bir anlatım tutumu olan ironi, şiir için düşünsel-coşkusal tersinlemenin patlama ânıdır; monolojik söylemin (epik ürünlerde diyalojik söylemin) patlama ânı.
Modern şiirin olanakları, insanın şen tinselliği ile ironik eleştirel yönünü taşıyabilecek zenginliktedir. İronik söylem bir direnç noktasıdır. İronik söylemle örülü şiir karnavaleks bir enerjiye dönüşebilir. İroni özgüven sağlayan bir özgürlük alanıdır. Şairin, özgüven duygusuyla, kendisi de bir özgürlük alanı olan şiirin nesnesiyle dalga geçmesi içten bile değildir. Can Yücel şiirinin temelinde olan budur. Dilin ve argonun kullanımı tamamen yazınsallıkla örtüşür. Zaman zaman eski şiirin söz bloklarının büyüsünü sarakaya alır, komik hâle düşürür.
İroni, dil ve düşüncenin sorunlu hâlinden doğan gerilim hattında birdenbire açığa çıkar. Mehmet Öztek’in düzyazısal metni ‘Ben Google Değilim’e bakalım: “Mehmet Öztek ben…Birinin çakal dediği, çimdiklediği, tühkürttdediği; ötekinin koluna girdiği, bu tekinin birey budur dediği…” Genel olarak tümce kuruluşu sözcüğün sessel benzeşimiyle sözcüğe götürdüğü; bu yüzden semantik düzlemin kendini değil, salt sesi çağırdığı bir anlayışla yazan Öztek’in ‘Ben Google Değilim’ metni farklıdır. Bu farkı ‘humor’ olarak değerlendirir Necmiye Alpay. Mehmet Öztek, uzlaşımsal dili bitişik yazı içinde yabancılaştırır.
İronik söylemin çoğu zaman parodinin bir tamamlayıcısı olduğu da gözlenir. Parodi bir metnin yeniden yazımıdır. Özgün metnin biçem oyunlarıyla dönüşümü. Bu dönüşümün biçem oyunlarıyla yapılması, ilk yapıtın zihinsel dokusunun ironik söylemle eleştirilmesine yol açabilir. Çok yeni bir örnek olarak İzzet Yasar’ın ‘Asla Yazmayacaksın O Şiiri’ kitabında yer alan ‘İstikbal Marşı’ şiiri gösterilebilir.
Şiir dilinde alışılmamış, olağanüstü güzellikte bağdaştırmalar da ironi etkisi yaratır. Cemal Süreya’nın ‘Sürek Avı’ şiirindeki şu dize: “Ah efendimli bir yağmurlu inceden kızkulesi”. Yağmur altında Kızkulesi görüntüsü. “Ah efendimli bir yağmur” gibi incelikli bir bağdaştırmayla hem lirik hem ironik bir söyleyiş kurmuş Cemal Süreya. İroniyi sağlayan “ah efendimli” söyleyiş biçimidir. Yağmura “ah efendim, nerelerdeydiniz” der gibi hem onurlandırıcı hem de alaycı bir ifade biçimi (ikili ifade biçimi) ironi etkisi yaratır.
Modern şiirimiz düşünüldüğünde Metin Eloğlu’dan İzzet Yasar’a, Can Yücel’den Tarık Günersel’e, Ece Ayhan’dan Celâl Soycan’a, Ahmet Oktay’dan Necmi Zekâya, Cemal Süreya’dan Mehmet Öztek’e kadar lirizmi ve ironiyi - yazınsal düzlemde kalarak - iç içe kullanan sayısız şair var. Ama doğrudan İroni üzerine metin yok. İroni ile Humor arasındaki farkı ortaya koyan bir metin bile yok.
Modern şiirde İroni, Baudelaire’in ‘Ey çığ, düşerken alıp götürür müsün beni?’ dizesinin uçurum etkisini yaratır.

------
Kaynakça :

Cemal Süreya, Sevda Sözleri, YKY, 2000
Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dli, Metis Yayınları, 2008
Birhan Keskin Şiiri ve Ba, Metis Yayınları, 2008
Necmi Zekâ Şiiri, Yom Yayınları, 2005
Heves Dergisi, XVII, Nisan 2008
Mehmet Öztek, Ben Google Değilim, Pan/Heves Yayınları, 2008
Theodor W. Adorno, Edebiyat Yazıları, Metis Yayınları, 2004
Murat Belge, İroninin Sakıncaları, Radikal Gazetesi, 14.5.2006
Paul de Man, Körlük ve İçgörü, Metis Yayınları, 2008
Celâl Soycan, Sarptım Burçlar Bilgisinden, Şiirden Yayınları, 2006
Ahmet Ada, Kantolar, Şiirden Yayınları, 2006
Şükrü Erbaş, Kum ile Su, Kanguru Yayınları, 2007
Can Yücel, Benim Öfkem Gecelerin Beyidir, Adam Yayınları, 2002
Mikhail Bakhtin, Karnavaldan Romana, Ayrıntı Yayınları, 2001
Heves Dergisi, XIV, Nisan 2007
Terry Ealeton, Edebiyat Kuramı, Ayrıntı Yayınları, 2004
Bireylikler dergisi, Mayıs-Haziran 2008, Sayı: 20